9 Mart 2011 Çarşamba

Burma’ya Gitmek Üzere Bangkok’a Tekrar Geri Dönüyoruz

Burma-Mynmar Slideshow: Sibel’s trip from Bangkok, Tayland to 4 cities Yangon (Rangoon), Mandalay, Bagan and Mingun was created by TripAdvisor. See another Myanmar slideshow. Create your own stunning slideshow with our free photo slideshow maker.

Bugün günlerden18 Şubat, ilk durağımız olan Su Daen Mahamond Kgol manastırına geldik. Burada kadın Nun’lar ( rahibe) yaşıyordu. Manastır dışarıdan gelenlere de açık olup, isteyenler meditasyon yapmak için buraya gelip kalabiliyor. Günde 2 defa yemek yiyiyorlar, meditasyon yapıp farkındalıklarını arttırıyorlar. Manastıra girerken girişte hepimize giyinmek üzere beyaz kıyafetler verdiler. Çünkü herkesin beyaz giymesi burada bir kuraldı. Oranın yetkili nun’larından birisi bizi çevreyi gezdirdi. O sabahki ritüelinin sonuna yetiştik. Ritüelde çıkanlar bizi selamladılar. Bazıları ise selamladıktan sonra ellerini bize doğru uzatıyorlardı. Bu hareketin anlamını yaptıkları ibadeti bizimle paylaşmak istedikleri anlamına geliyordu. Bu çok hoş ve iyi hissettiren bir adetti. Biz de onları selamladık ve gözlerinin içine bakarak gülümsedik.

Su Daen Mahamond Kgol manastırından sonra tekrar Kwai Köprüsünü görmeye gittik. İki karşı kıyı arasında sembol olarak bir tren gidip geliyordu. Hava çok sıcaktı ben debu trene binmek yerine gölgede kalmayı seçtim.


Kwai köprüsünden sonra öğlen yemeğimizi yedik ve sonrasında Nakhon Pathom bölgesindeki Thailand’ın 2.nci büyük Pagodası Swap Pharatrom Chedi Rachawaramahaw muang’ı, ziyaret etik. Buradaki rahibe kendimiz okuttuk.İsteyen niyet dileyip Buddha’ya saygılarını sundu.


Akşam üstüne doğru Pathom Aso Manastırına geldik. Burada yaşayan monklar her şeylerini kendilerini üretiyormuş. Ancak şansımıza oraya vardığımızda manastırda sadece bir monk vardı ve monkların çoğu Full moon seromonisi için Bangkok’a gitmişti. Şubat full moon’u çok önemliydi. Rivayete göre, yüzyıllar önce şubat ayında dolunay olduğunda Buddha’nın öğretilerini etrafa yayan great lamalar öncesinde,aralarında daha önceden sözleşmeksizin Buddha ile birlikte buluşmuşlardı. Önceden sözleşmeden birbirlerini bulmaları bir mucize olarak görüldüğünden Budist alemde şubat dolunayı çok önemliydi.

Bu manastırda yaşayan monklar bayağı zor koşullar içindeydi. Kazıklar üzerine oturtulmuş tek odalı bambudan yapılmış evlerde yaşıyorlardı. Ev içindeki tek lüksleri elektriğin olması idi. Buranın başka bir özelliği ise daha önce ölen bir monkun cam fanus içinde sergilenmesiydi. Bu da Buddha öğretilerinin içinde önemli yer tutan ölümün kesin olduğu ancak ne zaman olacağının belli olmayacağı ve bu yüzden bu dünyada iken faydalı şeyleri yapma konusunda ısrarlı olmayı temsil ediyordu.


Manastırdan çıktıktan sonra rehberimiz Jeff isteyenlerin Bangkok dönüş yolculuğumuzda otobüs yerine yerel treni kullanabileceklerini söyledi. Ve akşam Bangkok’a tren ile geri döndük. Yerel trenden indikten sonra Bangkok’un meşhur Sky trenine binme şansını elde ettik. Sky traine bindikten sonra Bangkok şehrinin içine vardık. Bangkok’a ilk geldiğimizde yemek yediğimiz küçük restauranta yiyip güzel bir akşam yemeği yedikten sonra otelimize vardık. Çok yorulmuştuk ama değmişti, çok güzel yerleri görmüş ,inanılmaz deneyimler yaşamıştık. Bu güzel hatıraları düşünerek uykuya daldık. Yarın sabah erkenden Burma’ya uçuyoruz.
Devamı az sonra 
Sevgiler

Thailandlilar Artik Sasirmis Filler dahi Masaj Yapiyor

Sabah Jeff ile birlikte güzel bir meditasyonla güne başladık. Seyahatimiz boyunca sabah erkenden bineceğimiz bir uçak yok ise saat 6:30 da streching 7:00 da meditasyon programımız vardı. Yarım saatlik meditasyon güne daha dingin başlamamızı sağlıyordu.


Kahvaltımızı yaptıktan sonra filleri görmeye gittik. Gruptan bazılarımız, fillere binme deneyimini yaşadı. Hindistan gezim sırasında bu deneyimi yaşadığımdan arkadaşlarımı orada bırakıp, daha çok 2 küçük filin gösterisini izlemeye gittim. Gösteride filler müzik eşliğinde hareketler yapıyor, ona para uzattığınızda ise hortumunla parayı alıp gösteri alanının girişindeki bayana parayı veriyor,bakıcılarda oradan ya süt ya da meyve satın alıp tekrar fillere veriyordu. Sütü alan fil size şişeyi tekrar geri getiriyor, sizde sütü filin ağzına boşaltıyorsunuz. Oldukça eğlenceli, güzel bir gösteriydi ... Öğrendiğime göre, bu filler günde 300 kilo civarında yiyecek yiyiyorlarmış, o nedenle gösterinin bir parçası da olsa aslında verdiğiniz bahşişler ile filleri besliyordunuz hem de gülerek eğlenerek, güzel bir düşünce. Bir de isterseniz aynı filler bir ayağınla size masaj yapıyor. Bu masaj biraz kısa sürüyor ama eminim siz de uzun bir masaj yapmak istemezsiniz çünkü biz alışık olmayan turistler için bu fillerin elleri mi desek, ayağı mı desek bayağı sert masaj yapıyor 


Fillerle keyifli bir sabah geçirdikten sonra öğlen yemeğimizi Kwai köprüsünün üzerinden de tren yolunun geçtiği yerde yedik. Kwai köprüsü 2.Dünya savaşı sırasında Amerikalı ve Avrupalı suçlular tarafından yapılmış bir köprüydü. Bu köprünün yapımı sırasında bir çok insan ölmüş ve yaralanmıştı. Ertesi gün Bangkok’a dönerken Kwai köprüsünü havadan da gördük. Eski birçok filme de konu olmuş bu köprüyü canlı ve yakından görmek çok heyecanlıydı.

Rehberler tarafından anlatılan bir hikayeye göre, bu köprünün yapımında çalışan bir suçlunun ayağındaki yara bir türlü iyileşmiyormuş. Birgün Erivan şelalesinin bulunduğu yerde yıkanırken ayağının birden içindeki balıklarının bu geçmeyen yarayı hemen iyileştirğini görmüşler.Bu olaydan sonra Erivan şelalesindeki balıkların şifa gücünün olduğuna inanılmış ve bu inanış günümüze kadar gelmiş. Bu hikayeyi duyduktan sonra Erivan şelalesine gitmeyi ve oradaki şifalı balıkları bir anc önce görmeyi istedik.

Sonunda, akşam üstü Erivan şelalesine vardığımızda , şelalenin kapanmasına 1,5 saat olduğunu fark ettik. Hızlıca içeri girerek şelaleyi dolaşmaya başladık. Görebildiğimiz kadarıyla Erivan şelaleri 7 kat şelaleden oluşuyordu. 7. kattaki şelale yaklaşık 1300 m civarındaydı. Ormanın içinden yürüyerek şelalerin bulunduğu bölüme gittik ama vaktimiz kısıtlı olduğundan tek bir şelale de yabi 3.kat şelalede yüzmeye karar verdik. Bu şelalelerde yüzen şifalı balıkların insanlara yaklaşıp, şifa vermek adına vücudunuzdaki ölü derileri yiyor olması düşüncesi beni oldukça rahatsız ediyor olsa da yine de şelalede yüzme deneyimini yaşamak adına suya atladım. Teredütle yüzmeye başladım ama sonradan fark ettimki siz yüzdüğünüz /hareket ettiğiniz sürece balıklar size yanaşmıyordu. Ancak durduğunuzda hemen yanına yaklaşıyor ve ayaklarınızdaki derileri yemek için size yaklaşıyorlardı. Neyse kısa keyifli bir yüzmeden sonra şelaleden çıktık ve tekrar otele dönmek üzere yola koyulduk.


Akşam yemeğinden sonra buranın en popüler eğlencesi olan Karaoke’yi deneyimledik. İlk solistimiz rehberimiz William’dı. William karaoke konusunda çok başarılıydı ve otelin oldukça geniş bir karaoke arşivi vardı. Tabii bu bize yetmedi. Gruptan Bilişim uzmanı arkadaşımız Kubilay,hemen You tube’a bağlanıp Tarkan, Şenay, Ajda Pekkan karaoke versiyonları karaoke ekranına yansıttı. Kendimizi birden Azeri türkülerinden başlayıp Ajda Pekkan dan “ Kimler Geldi Kimler Geçti lere kadar uzanan oldukça geniş türkçe şarkıları avaz avaz söylerken bulduk. Hatta bir ara rehberimiz Jeff de bize katılarak,( İstanbul’daki gezilerinden birinde Tarkan ile karşılaşmış ve ona olan hayranlığından Tarkan’ın birkaç parçasını ezbere biliyordu) kendine özel dansı ile birlikte bize muhteşem bir Tarkan şovu yaptı. Gecenin ilerleyen zamanlarında otelde kalan turistlerde bizim gruba katıldı , tüm grup kah şarkı söyleyerek kah dans ederek son derece keyifli bir geceyi hep beraber tamamladık.
Sevgiler

Thailand Counrtyside’ı Keşfediyoruz.


16 Şubat 2011, Bu sabah çok heyecanlıyım. Gezinin başından beri çok istediğim kaplanlarla birlikte olma deneyimini yaşayacağım. Sabah otelde kahvaltımızı yaptıktan sonra şimdiye kadar bindiğimiz teknelere göre daha dar ve küçük teknelere bindik . Bu tekneler Bangkok’un ara yollarındaki kanallardan rahatlıkla geçebiliyordu. Dar kanallarda yavaş yavaş ilerlemeye başladık. İki yanımızdaki Bangkok halkının evleri bulunuyordu. Dışarıdan evlerinin içlerini görebiliyordunuz.

Bir müddet sonra bir iskelede durduk. Buradaki iki adamın elinde ekmek olan büyük torbalar vardı. Ekmekleri nehre atınca aynı Urfa’daki balıklı göldeki gibi kocaman balıklar yukarıya çıkıp hem ekmeği yiyiyorlar hem de kendilerini bize gösteriyorlardı. Balıkları seyrettikten sonra tekne yolculuğumuz devam ederek meşhur Floating Markete geldik. Nehrin üzerinde ve kıyısında hediyelik eşya, yiyecek giyecek satan satıcılar vardı. Burası büyük bir alış veriş merkezi gibiydi ama açık alandaydı. Burada yarım saat kaldıktan sonra teknelere binip otobüsümüzün olduğu yere geri döndük. Bugün ve ertesi günü geçireceğimiz Kanchoraburry’ye , countryside’a doğru yol aldık.

Yolda giderken gruptaki dostlarımız Semra ile bana transformal nefes terapilerini anlatmamızı ve mümkünse küçük bir nefes terapi deneyimi yaşamak istediklerini söylediler. Semra ile birlikte nefes tanıtımını yaptıktan sonra 15 dakikalık bir nefes deneyimine asistanlık yaptık. Nefes çalışmasından çok etkilendiler. Semra ile ben de çok mutlu olduk tabii ki.


Öğlen yemeği zamanı geldiğinde Kanchoraburry’e ulaşmıştık. Öğlen yemeğimizi nehrin kenarındaki bir restaurantta yedikten sonra dört gözle görmeyi arzuladığım Tiger temple’a doğru yola çıktık. Temple’lara girişte kollarınızın açık olmaması gerekiyordu. Sevgili Leyla sağ olsun gömleğini bana geçici olarak verdi ve böylece oraya girebildim. Bir müddet yürüdükten sonra Kaplanların olduğu yere geldik. Buradaki tüm alan Monklara( Rahip) aitmiş ve anlatılanlara göre yıllar önce Monkların yaşadığı bu yer daha ormanlık iken, günlerden bir gün yaralı bir kaplan, bu bölgeye gelmiş ve Monklar bu kaplanı iyileştirmişler. Kaplan, iyileştikten sonra da onlarla birlikte kalmaya devam etmiş ve daha sonraları bir şekilde ormanda yaşayan diğer kaplanların da başlarına bir şey geldiğinde buraya gelmeye başlamışlar. Kaplan sayısı gittikçe artmaya başlamış. Monklar bu kaplanları geldikçe iyileştirmeye ve hatta beslemeye başlamışlar ve aralarında büyülü bir ilişki oluşmuş. Şimdilerde ise insanlara bu alanda yaşamaya devam eden kaplanlar ile birlikte olma deneyimini yaşatmaya başlamışlar. Kaplanları ilk gördüğümüzde, ne yalan söyleyeyim dolaşan kaplanları ilaçla uyutmuş olabileceklerinden şüphelendik, zira o kadar uysal okadar insacıl olmalarını başka türlü açıklayamadık. Ama Monklar ile yaptığımız sohbetlerde, kaplanların kesinlikle ilaç ya da başka bir şeyle uyutulmadıklarını sadece sıcaktan ötürü hareket etmediklerini,sakin durduklarını ancak akşam üstü onları görmeyi istersek bu kadar yanlarına yaklaşamayacağımızı ancak korunmalı bölgede kalarak su kenarında birbirleriyle olan oynadıkları oyunu izleyebileceğimizi söylediler.


Kaplanlara dokunmak ve onlarla biraz zaman geçirmek üzere sıraya girdik. Aslında kedinin biraz büyüğü gibiydiler.Her bir kaplanın yanında bir eğitici vardı. Sıra bana geldiğinde çok heyecanlıydım ama en ufak bir korku içimde yoktu. Oradaki bir çok kaplanla güzel fotograflar çektirdim. Gerçekten çok heyecanlı bir deneyimdi. Buraya yolunuz düşer ise güvenli bir ortamda kaplanlarla birlikte olmak isterseniz buraya mutlaka uğrayın.

Kaplanlarla oynaştıktan sonra tekrar otobüslerimize binmek üzere Tiger temple’ın giriş kapısına doğru yürüdük. Geri dönüş yolu üzerinde kulakları eşek kulaklarına benzeyen öküz sürüsü, geyik, domuz, doğalı 2 hafta olmuş kaplan yavruları, deve kuşları ile tavus kuşunu gördük. Burası doğal bir hayvanat bahçesi gibiydi. Hayvanlar etrafı çevrili tellerin arkasında değildi ve her an yolunuz üstünde bir hayvana rast gelebilirdiniz.

Tiger Temple’dan sonra yolumuz üzerindeki Nam Tok Sai bölgesindeki Sai Yok Noi Şelasine de uğradık. Aslında ilk duyduğumuzda Semra ile ben Şelalede yüzmeyi amaçlamıştık ama geldiğimizde gördüğümüz oldukça kurumuş bir şelale oldu ve maalesef yüzemedik. Sonradan öğrendiğimize göre şu anda Thailand’da kış dönemiydi ancak Muson yağmurlarının ardından bu şelale yeniden doluyor ve o zaman muhteşem bir görüntüsü oluyormuş. Bunları duyunca hayal kırıklılığına uğrasak umudumuzu yarın öğleden sonra uğrayacağımız Eravan şelalerine bağladık.


Akşam Kanchora Burry’deki otelimize geldiğimizde hava kararmıştı. Otelimiz çok güzeldi. Bavullarımızı otelde kalacağımız odaya bıraktıktan sonra hemen havuza girdik. Akşam yemeğimizi yiyip hemen uyumayı gittik
Yarın Thailand’ın Counrtyside’ını keşfedeceğiz.

Sevgiler

Swa ti ka (Merhaba) Bangkok !!!

Thailand Ruya Gezim Slideshow: Sibel’s trip from İstanbul, Türkiye to 2 cities Bangkok and Ko Chang was created by TripAdvisor. See another Tayland slideshow. Create your own stunning free slideshow from your travel photos.



Bangkok’a varır varmaz direk Burma konsolosluğuna gittik. 5 gün sonra Burma’ya uçacaktık. Bu sebeple acilen vize işlemlerini tamamlamamız gerekiyordu. Konsoloslukta işimiz yaklaşık 2 saat sürdü. Konsolosluktan çıktıktan sonra artık ayakta duracak halimiz kalmadığından direk otelimize gittik. Biraz dinlendikten sonra öğlen saat 14:30 ‘da grup arkadaşlarımız ile lobide buluştuk ve Bangkok şehrini keşif turumuz başlamış oldu.

Thailand’ın anlamı, gülen insanların yaşadığı ülkeymiş. İnsanlar gerçekten çok nazik ve güler yüzlüler. Yolda yürürken onlara gülümsediğinizde onlar da size aynı gülümsemeyle karşılık veriyorlar. Ve bu şekilde kendinizi onlardan biri gibi hissetmenizi sağlıyorlar. Çok sevdikleri bir kralları var,’ Kral Phumaphon’ Seyrettiğim Bangkok tanıtım filminde bu sevilen kralın aynı zamanda hem ressam hem de yazar kişiliği olduğu, sürekli bilimi desteklediği ve halkını hep daha ileriye doğru taşımayı amaç edindiğinden bahsediyordu. Kralları için ‘’tüm olasılıkları görebilen kral’’ lakabını kullanıyorlardı. Maalesef , çok sevdikleri Kralları şu an 83 yasindaymis ve hastanede yatıyormuş. Söylentiye göre baba kral öldükten sonra yerine geçecek olan oğlu babasına hiç benzemeyen, uyuşturucu mafyası ile İlişkisi olduğuna inanılan,halk tarafından pek sevilmeyen bir kişi olduğu ve bu nedenle Thailand halkının baba kralın ölmemesi için dua ettiği duyduğum diğer dedikodular arasında.


Bangkok şehirin yerleşim düzenini görmenizi çok isterim. Bangkok şehri ana karasında boydan boya uzanan Chao Praya nehri var ve bu nehrin iki tarafında da Hilton Millenium, Sharglia ve Oriental ( Bangkok’ta açılan ilk otel) vb. gibi büyük lüks oteller yer alıyor. Otellerin arasında en ihtişamlı görünen otel ise Sharglia Oteli. En çok beğenilen otel Oriental oteli ki bu otel Bangkok’ta ilk yapılan otelmiş. Nehrin iki kenarında boylu boyunca uzanan ise lüks otellerin tam yanı başında büyük direkler üzerine oturtulmuş teneke, tahta ve bambu’dan yapılmış Thailand’lı ailelerin yaşadığı tek veya çift katlı evler yer alıyor. Nehir kıyısının bazı bölümlerinde ise Miami’deki lüks evlere benzer evlere de rastlayabiliyorsunuz. Açıkçası ne ararsanız var. Lüks bir otelin yanı başında tavuk yetiştiren veya evin terasında banyo yapan insanları görmeniz olası dahilinde.
Tekneyle nehrin kenarında giderken istediğiniz herhangi bir iskelede inip şehrin iç kısımlarına ulaşmanız mümkün. Nehirde tekne ile gitmek kişiyi şehir içindeki trafikten kurtarıyor. Çoğu kişi de toplu taşıma aracı olarak 200 kişilik tekneleri kullanıyor. Tekne yolculuğu ise çok ucuz . Hangi rıhtımda binerseniz binin fark etmiyor ücret tek o da 14 Baht. 1 usd nin 30 Baht olduğunu düşünürseniz 14 bahtın ne kadar ucuz olduğunu siz tahmin edin.

Geldiğimiz gün otelden Bangkok’u keşfetmek için çıktığımızda ilk işimiz bu teknelere binerek Chao Praya nehrini gezmek oldu. Son durağa geldiğimizde hep birlikte kıyıya çıkarak Bangkok şehrinin içine, dar sokaklarına doğru yayıldık. Sokak aralarında bir sürü Bangkok’lu satıcılar, tezgah açmış, meyve ve sebze satıyorlardı. Rengarenk, birbirinden enteresan değişik tatlarda bir sürü meyve vardı. Hangisini denesek diye düşünürken rehberimiz Jeff elinde yeşil elma renginde dilimlenmiş meyve torbası ile yanımıza yaklaştı ve bize elindeki meyveden ikram etti. Hımm!!! tadı ne tatlı ne de çok ekşiydi tadı çok hoştu. Jeff yediğimiz bu meyvenin mango olduğunu söylediğinde çok şaşırdım. Mangonun tadı bana hep tatlı gelirdi. Körpe Mango ve Pamelo yolculuğ

um sırasında vazgeçemeyeceğim meyvelerden oldular.

Kısa da olda Bangkok’un ara sokaklarını keşfettikten sonra tekrar geldiğimiz teknelerden birine binerek ilk durağımıza doğru hareket ettik. Geri dönüş yolumuzda hava kararmaya başlamıştı. Pırıl pırıl ışıklar altında Bangkok’u deneyimledik. O akşam Bangkokta küçük ama çok lezzetli bir restaurantta ilk thai yemeğimizi yedik. Yemekten sonra ilk Thai masajımızı deneyimlemek üzere masaj salonuna gittik. Foot masajı yaptırdık. Keyifli bir masajdı. Masajdan sonra dosdoğru otelimize gittik. Kaldığımız odamız nehir manzaralı ve çok rahattı. Henüz uzun uçak yolcuğunun yorgunluğunu atamayan bizler , hemen uykuya daldık...

Ertesi gün sabah gayet dinlenmiş bir halde kahvaltımızı yaptıktan sonra bu sefer, nehrin şehrin içine doğru açılan kanallarını keşfetmek üzere 8-9 kişilik küçük teknelere bindik. İlk olarak çiçeklerin satıldığı Flower marketi görmeye gittik. Yolun üzerinde sağlı sollu bir sürü rengârenk çiçek satan satıcılar vardı. İpe dizilmiş olan çiçeklerden satın aldık ve bileğimize, boynumuza ve başımıza aksesuar olarak yerleştirdik. Grubun bir kısmı rengârenk olmuştu. Çok güzel görünüyordu. Küçük bir çiçek dizisi hepimizi mutlu etmeye yetmişti. .


Flower marketten sonra Bangkok’taki ilk tarihi eser gezimiz olan Grand Palace’ı ziyaret ettik. Grand Palace çok geniş bir alana yayılmıştı. İçerisinde bir sürü tapınak ve pagoda ( stupalara pagoda ismini vermişler) yer alıyordu. Tarihi eserlerin arasında dolanırken kayadan yapılmış bir tepede ucu yuvarlak uzun bir taş fark ettim. Birkaç Hintli bu taşın bulunduğu bölüme çıkıyor kafasını bu taşa yaslıyordu. Ben de onlar gibi yapmak istedim ve yukarı çıktım. Kafamı taşa değdirdim, enteresan bir şekilde kafamı oradan kaldırmak istemiyordum. Arkada bekleyenler vardı ve benim artık bu taştan istemesemde ayrılma zamanım gelmişti. Sırada bekleyen Hintli aileye bu taşın anlamını sorduğumda, taşın kendiliğinden oluştuğunu ve tabiatta böyle bir durum olduğunda ; Hindu dinindeki tanrılardan Shiva’nın böyle bir oluşuma sebep olduğuna inandıklarını söylediler. Bu sebeple de buraya gelip tanrı Shiva’ya saygılarını sunuyorlardı. Bende böylelikle ilk ritüelimi yapmış Tanrı Shivaya saygımı sunmuştum!


Gezimize devam ettik ve Grand Palace denilen başka bir tapınağa geldik. Bu tapınağin içinde Emarald Buddha’nın bulunduğu bir tapınak vardı. Çok uzun yıllar önce bir kazı sırasında Emarald Buddha bulunmuştu. Buddha heykelinin üzerini kazıyınca içinden yeşil bir taş çıkmış, bu taşı önce yeşim taşı zannetmişler ve Emerald Buda adı verilmiş ancak daha sonraları bu taşın jade olduğu ortaya çıksa da Emarald Buddha olarak anmaya devam etmişler.


Efsaneye göre the Emerald Buddha Hindistanda Patna şehrinde yapılmış . 300 yıl Patnada kaldıktan sonra sivil savaş sırasında korunmak üzere Sri Lanka’ya gönderilmiş. 1457 yılında ise Burma kralı King Anuruth Budizmi ülkesinde desteklemek için Ceylon’dan budist bilgeleri almak üzere bazı kişileri görevlendirmiş. Ancak Buddha’ yı götüren gemi fırtınada kaybolmuş, ancak daha sonra aynı gemi Kamboçya da görülmüş. Rivayete göre Anchor kırallığı tarafından saklanmış ve daha sonraları1434 yolında tekrar Chiang Mai’de gömülmüş. 1552 yılına kadar burada kalmış. 1552 den sonra 214 yıl Laosta kalmış. 1784 yılınds kral Rama tarafından Thailand a getirilmiş ve the Ubosoth Manastırında teşhir edilmeye başlanmış.

Mevsimlerin anlamlarına göre; Emarald Buddha’nın üzerine altından yapılmış değişik örtüler koyuyorlarmış. Şu an kış mevsiminde olduğumuzdan Buddha heykelinin üzerine altından yapılmış bir şal koymuşlardı.


Grand Palace’tan sonra içerisinde meşhur yatan Buddha’nın yer aldığı ‘’Chaukhatatgyi Pagoda’’ya gittik. Buradaki Buddha heykeli de upuzun boylu boyunca yan yatmıştı. Tek bir açıdan baktığınızda Buddha’nın tamamını görmeniz imkansızdı. Bu pagodadan çıkış yolunda içinde 108 adet burma parasının olduğu bir kap veriliyordu. Yine 108 adet kap çıkış kapısında dizilmişti. Tek tek tüm kaplara niyetlerinizi dileyerek paraları paylaştırıyordunuz. Semra ile birlikte birer kase alıp bu ritüeli gerçekleştirdik. İstanbul’dakilerin kulaklarını çınlamış mıdır bilmiyorum artık …..

Sevgiler

Bangkok’a Doğru İstanbul’dan Hareket Ediyorum !!!



Bangkok’a gidiş yolculuğum biraz olaylı başladı. Bu seferki yolculuğuma çıkarken nedense içimde bir tereddüt vardı. Son anda gezi programımda değişiklik yapmıştım Nasıl mı? Şöyle ki ……

Eylül ayında Hindistan’dayken tanıştığım sevgili Belinda Tibet yeni yılının Dharamshala’da çok iyi geçtiğini ve bu süre zarfında Dalai Lama’nın 15 gün süren eğitimler verdiğinden bahsetmişti. Şubatta Dharamshala’da olmak ve Dalai Lama’yı tekrar görmek bana iyi gelecekti. Ancak son anda bir değişiklik olmuş ve Dalai Lama bu sene Spring Teaching programını iptal etmişti. Bunun üzerine Buddha’nın aydınlandığı yer olan Boodhgaya’ya gitmek üzere seyahat programımı değiştirmiş ve Boddhgaya’daki Root enstitüsünde Dalai Lama’nın tercümanlarından Ven. Ngawang Sonam ‘ın vereceği “Mindfullness” eğitimine katılmaya karar vermiştim. Sonradan Hindistan gezime, yine gitmek istediğim yerler listemde yer alan Thailand, Burma ve Kamboçya gezisini dahil ettim. Yazımın başında bahsetmiş olduğum içimdeki tereddüdün sebebini çözemiyordum. Kendi kendime “Hayırdır, Bir şeyleri öğrenme anı başlıyor herhalde “ diye düşündüm.

13 Şubat Pazar günü sabahı havaalanına beni Sevgili kuzenim Figen götürdü. Tam Merter’e gelmiştik ki birden Sabiha Gökçenden uçağımın kalkacağı aklıma geldi. Kuzenden özür dileyerek Sabiha Gökçen’e dönmesini rica ettim. kuzenim Figen büyük bir sabırla Merter’den geriye dönerek Sabiha Gökçen havaalanına doğru yol aldı. Uçağın kalkmasına 2,30 saat olduğundan rahatlıkla uçağa yetişebilecek durumdaydık. Sabiha Gökçen havaalanına geldiğimizde Kuzen ile birlikte uçak kalkana kadar biraz laflarız diye düşündüğümüz arabayı parka bıraktık. Tam havaalanının kapısına geldik, birden içimden bir ses uçak detaylarına bak dedi. Çünkü Pınar ile konuştuğumuzda buluşma yerimizin Gloria Jeans Cafe olacağından bahsetmişti. Hatırladığım kadarıyla ise Gloria Jeans Sabiha Gökçen havaalanında yoktu. Ve Gloria Jeans cafe AHL’deydi!!! .

Elektronik bilet detaylarına baktığımda bir de ne göreyim,uçuşum gerçekten de AHL’den olacaktı. !!. Büyük bir utançla kuzenime AHL ye gitmek üzere yola çıkmamız gerektiğini söyledim. Kalbim hızla atıyordu. Uçuşa sadece 1,5 saatimiz vardı ve ben Sabiha Gökçende ve şehrin diğer ucunda Kartaldaydım!!! Uçağı artık resmen kaçırabilirdim. Kuzenim Figen’e bu durumu da bildirdiğim an bana büyük bir sakinlikle önemli olmadığını , bütün bunların bir anlamı olduğunu ve yeterince hızlı hareket edersek uçağa yetişebileceğimizi söyledi. Söylediklerine inanmakta güçlük çektiysem de kendimi birden onunla birlikte otoparka son hızla koşarken buldum ama ne yalan söyleyeyim içimden son derece umutsuzdum ve uçağa yetişebileceğimi hiç sanmıyordum!!!

Bir çok kereler seyahate çıkmış olan benim böyle bir hata yapmış olması enteresandı. Her şeyi oluruna bırakma işinin de bir sınırı olmalıydı. Bu olay bana ufakta olsa arada bir kontrolü elden bırakamamanın önemini hatırlatıyordu. Neyse kuzen büyük bir hızla hareket ederek, beni gerçekten AHL’ye zamanında yetiştirdi. Atatürk Havalimanından içeri girer gelmez birden her şey her şey olması gereken seyrine döndü, uçağımız yarım saat rötar yapmış, bütün check-in önündeki kalabalık sonlanmıştı . Sabahtan beri her türlü aksiliği yaşayan ben, hiç olmadığı kadar çabuklukla ilk sıradan girerek hiç beklemeden 5 dk da tüm işlemlerimi tamamlamıştım . O dakikadan itibaren ise içimde ise rahatlık uyandıran bir his yükselmeye başlamıştı. Gloria jeans’e geldiğimizde sevgili dostum Semra ve Pınar ile karşılaştık. Geziye katılanların bir kısmı pasaport kontrolünden geçmişti. Semra, kuzenim hep beraber keyifli sohbetlerimizi yaparak,komik hikayemizi paylaşarak güle oynaya uçuş saatine kadar kahvelerimizi içtik hatta ilk başta plandığımız gibi kahvaltımızı bile yaptık.

Uçakta giderken çok heyecanlıydım, bu kadar olaylı başlayan Bangkok yolculuğumun nasıl geçeceğini çok merak ediyordum. Sevgili Pınar ve Kubilay iyi insanlardı ve onların organize ettiği tura gelenlerin de benzer şekilde iyi insanlar olma olasılığı yüksekti. Endişelenecek bir şey yoktu.

Yarım saat gecikmeli olarak kalkan uçağımız Doha aktarmalı olarak Bangkok’a gidecekti. Doha havaalanına indiğimizde geziye katılan diğer kişilerle de tanıştık. Evet yanılmamıştım. İyi bir gruptu. Grubun içinde ağırlıklı olarak bilgisayar mühendisleri vardı. Diğerleri ise endüstri mühendisi, doktor, ödül almış fotoğraf sanatçısı, avukat, otel işletmecisi, mütercim tercüman, bankacı, yazar, denizci, tekstilci bulunuyordu. Gruptakilerden sadece rehberimiz Jeff Oliver, Pınar, Kubilay ve Semra’yı tanıyordum. Semra yol boyunca benim oda arkadaşım olacaktı ki Semra ile uzun zamandır dosttuk zaten .

14 Şubat sevgililer gününde sabah erkenden Qatar havayolları ile Bangkok’a vardık. Hepimiz biraz uykusuzduk. Bugün yapılacak en iyi şey, uyumamaktı. Gümrükten geçtikten sonra Bangkok şehrine ayak bastığımızda dikkatimi çeken İlk şey taksilerdi. Taksiler bizim bildiğimizin aksine tek renk değil, pembe, turuncu, fıstık yeşili, mavi renkli taksiler vardı. Çok neşeli bir görüntü sergiliyorlardı
Bizi bekleyen otobüse bindik ve Bangkok günlerimiz başladı…..