27 Nisan 2011 Çarşamba

Bye Bye Udaipur


Bugün Udaipur’da son günüm. Akşam 18:05 treni ile Delhi’ye gideceğim. Delhi’de biraz dolandıktan sonra oradan havaalanına gideceğim. Uçağım 31 mart sabaha karşı 4:30’ta kalkıyor. 2:00 gibi check in yapacaklar diye düşünüyorum. Bu sebeple o gün Delhi’de bir otelde kalmama gerek yok. Biraz sefillik olacak ama eve gittiğimde bol bol dinlenirim diye düşünüyorum.

Trenin kalkış saatine kadar Udaipur’da aylak aylak dolaştım. Kendime hal hal aldım. Sari siparişim vardı onu hallettim. Bir de buranın meşhur pazarı Mandi pazarından Darjeleeng ile Assam tea satın aldım. Tabii bir de avucuma Hint kınası yaptırttım. Fena olmadı.

Hindistan maceram Udaipur ile son buluyor. Bu seferki de güzel geçti. Thailand, Kamboçya, Burma’da dahil olmak üzere benim süprizlerle dolu güzel bir tatil oldu. Güzel insanlarla tanıştım. Kutsal yerlerde bol bol dualar ettim. Gelmişken bir de kendimi eğittim. Daha başka ne isteyebilirim ki Şam’da kayısı olayı…

Seyahatim süresince bana destek olan tüm dostlarıma çok teşekkür ediyorum. Yazılarımın editörlüğünü yaptığı için Kuzenim Figen’e ayrıca teşekkür ve şükranlarımı sunuyorum. Bir sonraki seyahatime kadar hoşçakalın , sevgiyle kalın…..



Şimdilik Hoşcakalın

.

Udaipur ,The romantik city



27 Mart günü her zamanki gibi erkeden kalktım ve dışarıya çıktım. Kaldığım guest house’tan çıktıkan sonra bir ne göreyim sokaklar bomboş.. “Hay Allah bu saatte kimsenin olmadığını unutmuştum” diye geçirdim içimden. Yapacak bir şey yoktu. Yarın sabah kalkınca biraz kitap okuyup daha geç dışarıya çıkmaya karar verdim. Biraz yürüdükten sonra bugün gitmeyi planladığım Hotel Lake Pichola’da güzel bir kahvaltı yaptım. Restauranta girdiğimde benimle birlikte bir masa daha vardı. Sabahın erken saatlerinde Udaipur’da yaşam yoktu. Kahvaltıdan sonra nehrin diğer yakasında biraz daha dolaştım. Sonra Munson sarayı ile Shilpgram köyüne gitmek için motor rikşa ile anlaştım. Rikşa şöförü şöförlük yanında bana çevreyi tanıtıyor yani bir de rehberlik yapıyordu. Ooh ohh dedim içimden çok şanslıyım.
Munson sarayının girişine geldiğimizde, bizi bir sürpriz bekliyordu. Beni sarayın bulunduğu tepeye çıkartacak arabanın henüz gelmediğini söylediler. Munson Sarayı şehrin en tepesinde ormanlık alanın içindeydi. Benim rikşa şöförü yukarı çıkabilmek için neler yapılacağı konusunda kapıdaki adamla konuştu. Aralarında aldıkları karara göre bilet kesen adamın motosikletini benim rikşa şöförü kullanacak ve beni Munson sarayının olduğu tepeye çıkartacaktı.

Tepeye kendi kaynaklarımızla çıkıyor olmamıza rağmen yukarı çıkış araba parasını ödemem konusunda ısrar ediyorlardı. Tamam ne yapalım dedim buraya kadar geldik, benim rikşa şöförü hem fikir ise araba ile yukarı çıkış ücretini de ödemekten başka çaremiz yoktu. Ve motosiklet ile Muson sarayına doğru yol aldık. Saray, City Palace’e göre çok küçüktü. Yalnız buradan Udaipur’u 360 derece görünüyordu. Munson sarayını gezdikten sonra Shilgram köyüne doğru yola çıktık. Burası örnek bir köydü. Rajastan, Gujarat, Goa ve Maharashta bölgelerinde evlerden örnekler inşa edilmişti. Köyü gezmek için burada da bir rehber kiraladım. Rehber daha önce öğretmen olan bilgili bir beydi. Burada hem rehberlik yaparak para kazanıyor hem de bu bölgedeki fakir halkın çocuklarını eğitiyordu. İlk olarak Rajastan evini gezdik.

Evin etrafı özel rüzgara karşı korumalı topraktan yapılmış duvarla çevrilmişti. Duvarla çevrili alan içinde oturma odası, yatak odası, mutfak ve banyo için ayrı ayrı evler yer alıyordu. Evin dışında ise küçük bir temple’da inşa etmişlerdi. İnek pisliği, toprak ve otun su ile karıştırılarak bahçe duvarları inşa edilmişti. Bu alışım, insanları hem sivrisineklerden hem de sıcaktan koruyormuş. Bir sonraki örnek ev Gujarat’a aitti.

Gujarat Mamatma Gandhi’nin doğduğu şehirdi. Rehberin söylediğine göre Gujarat’ta yaşayanların eğitim düzeyi diğer bölgelere göre daha gelişmişmiş. Bu bölgede yaşayan halk sadece büyük bir odası olan evde yaşıyorlarmuş. Bu tek oda içinde mutfak, oturma odası, yatak odası yer alıyordu. Çocuklardan biri evlenince aynı evin yanına bir ev daha inşa ediyorlarmış. Mutfak dolapları ile giyecek dolapları da aynı şekilde odanın duvarında sıralanmışlardı. Evin duvarına bir sürü kırık ayna parçaları yapıştırılmıştı. Bembeyaz duvarlar bir sürü minik ayna ile süslenmişti. Duvarlardaki aynalar mum ve gaz yağı ile ışıkla aydınlatma yapıldığında ışığın her tarafa yayılmasını sağlıyor hem de duvara güzel bir görünüm veriyordu. Aynaları duvarlara yapıştırmalarının ayrı bir nedeni de Şeytan eve girince aynalar aracılığıyla kendi yüzünü fark edecek ve orada daha fazla kalmak istemeyecekti.
Gujarat bölgesindeki evden sonra Goa bölgesine ait eve geldik.

Goa evleri de mutfak, yatak odası ve oturma odası olmak üzere 3 ayrı odadan oluşuyordu. En son gittiğimiz ev ise Maharashta bölgesine aitti. Maharshta bölgesi genelde dağlık bir bölgeymiş, iklim şartları sebebiyle evler çabuk bozulduğundan bulabilecekleri saz ve otlar gibi en ucuz malzemeleri kullanarak evleri inşa ediyorlarmış.
Shilpgram’ı gezdikten sonra Udaipur’un şehir merkezine gittik. Jagdish Temple’a uğrayıp Ganesh’e dua ettikten sonra dün gittiğim cafeye tekrar gidip Darjeleeng çayı içmeye karar verdim. Burada benim gibi gezmeye gelmiş İngiliz bir adamla lafladık. O da yılın 6 ayı Londra’da diğer altı ayı ise Hindistan’da geçiriyormuş. Daha bir müddet daha buradaymış. Her sene Londra’da bir ev alıyor içini dekore ettikten sonra satıyormuş. Kazandığı para ile de Hindistan’ı geziyormuş. Çoğunlukla Rishikish’e gidiyormuş. Rishikish’i görmüştüm. Güzel bir yerdi ama uzun süre kalınabilirmiydi bilmiyorum. Bu fikrimi paylaştığımda Rishikedh’te yaşayan arkadaşları olduğunu söyledi. İşte şimdi Rishikesh’te kalma olayı anlamlı hale gelmişti.
O gün akşam kaldığım guest house çok yakın olan Natural View isimli restauranta gittim. Pichola nehrine bakan güzel bir manzarası vardı. Kendime sizzler ısmarlayıp afiyetle yedim. Sizzler buharda pişirilmiş sebze yemeği. Servis yapılırken adeta pişmeye devam ediyormuş gibi çıtır çıtır ses çıkartarak getiriliyor. Çıkardığı ses ile restauranta yemeğe gelenlerin bayağı ilgini çekti diyebilirim.
Yemekten sonra fazla dolanmadan kaldığım guest house’a gidip uyudum. Bugün çok yorulmuşum gibi geldi,güzel bir uyku iyi gelecekti...

Hello Udaipur


26 Mart günü sabahı erkenden tren ile Udaipur’a geldim. Gece yaptığım tren yolculuğum gerçekten de fena geçmemişti. Son derece heyecanlı ve dinamik olarak Udapur’u bir an evvel görmek için can atıyorum.
Trenden indikten sonra kısa bir arayıştan sonra motor rikşa kiralayarak Bodhgaya’dayken İngiliz dostumun tavsiye ettiği Lal Ghat Guest House’a gittim. Bindiğim rikşa şöförü benden bir gün önce 2 Türk’ün daha Udaipur’a geldiğini söyledi. Türk kelimesini duyunca birden heyecanlandım şanslıysam belki de şehirde onlarla karşılaşabilir diye düşündüm. Neyse motora bindikten sonra yol boyunca etrafı inceledim, Udaipur’dayken neler yapabilirim diye kafamda planlar yaptım. Sokaklarda ilerlerken ilk gözüme çarpan şey dükkanların hiç birinin daha açılmadığıydı. Udaipur’da hayat geç başlıyor olmalıydı.
Kısa bir şehir gezintisinden sonra Lal Ghat guest’e vardım ilk olarak gözüme çarpan konumunun oldukça çok güzel olmasıydı. Odamın manzarası da çok güzeldi, öyle ki kaldığım odadan Hotel Pichola’yı ve Pichola nehrini görebiliyordum. Odamın önünde bir balkon ve çok güzel siklamen renginde begonfiller salınıyordu. Tek kelime ile Udaipur çook romantik bir yerdi.  Geçmişte mihraceler bayağı keyifli zamanlar geçirmiş olmalı diye düşündüm.

Odama yerleştikten sonra güzel Pichola nehrini seyrederek kahvaltı yaptım. Kahvaltıdan sonra Udipur’a yakın bazı güzel yerleri görmek amacıyla birkaç tur acentasına ismimi ve telefonumu bıraktım. Şu an düşük sezon olduğu için gezi için grup ayarlamaları biraz zor olabilir ama bakalım şansıma ne çıkar ise ,haber bekleyeceğim.

Bugün görmeyi planladığım City Palace Rajastan’ın en büyük saraylarından birisi. Sarayın tamamının inşa edilmesi 400 kusur yıl sürmüş. Mihracenin Maharana’nın ailesi halen bu sarayın belli bir bölümünde yaşamlarını sürdürmekteymiş. Mihraça Maharana’nın 3 karısı varmış,ancak hiç çocuğu olmamış. Bunun üzerine yeğenini evlat edinmiş ve böylece soyunun devamını garantilemiş. Mihrace Maharana, geçmişte muson yağmurları zamanında Muson Palace’a gidermiş.
Bu kısa hoş hikayeyi duyduktan sonra ilk iş olarak yarın Muson place’ı gezmeyi düşünüyorum. City Palace’ın tamamını Hintli bir rehber kiralayarak tam bir saatte gezdim. Geçmişte burada yaşamak muhteşem olurdu herhalde özellikle de bu sarayda.
Daha sonra City Palace ‘dan sonra buranın en meşhur temple’ı olan Jagdish Temple’ını görmeye gittim.

Jagdish temple’ına geldiğimde öğlen duası yapılıyordu. Adet gereği de dua bittikten sonra da dua için gelen halk hep birlikte şarkı söylediler. Jagdish temple’ında gün içinde 4 defa dua yapılıyormuş. Akşam 7:00’de yapılan dua ritüelinde şarkı söylemek yanında dansta dansta ediliyormuş. O günkü öğlen duasında ise ; rengarenk elbiseleri ve enteresan müzik aletleri ile dua eden son derece enteresan bir dua seramonisi sergileyen Udaipur halkını seyretmek çok hoşuma gitti. Özellikle biz yabancılar için gerçekten çok enteresan bir deneyim ,görmenizi tavsiye ederim. Jagdish Temple’nın etrafında 4 ayrı tanrı için ayrıca 4 küçük temple inşa etmişler. Etraflarında kısa bir gezintiden sonra en sevdiğim tanrılardan Ganesh’in bulunduğu küçük temple’a gidip Ganesh’e saygılarımı sundum. Kısaca bahsetmek gerekirse Ganesh ; şans ve şevkati temsil ediyor,benim de en benim favori tanrılarımdan.
Bu kadar gezmeden oldukça yorulmuştum o yüzden Ganesh Jagdish Temple’i iyice gezdikten sonra sonra City palace’a giderken gözüme kestirdiğim cafeye gittim. Tahmin ettiğim gibi cafenin tüm ürünleri çok güzeldi. Güzel bir darjeleng çayı ile birlikte lezzetli bir browni yedim. Uzun zamandır ilk defa bu kadar keyifli bir çay içiyordum.
İyice karnımı doyurduktan ve dinlendikten sonra saatime baktım, saat tam 14:00 dı. Biraz etrafta dolaşıp internete giderim diye düşünürken gözümü “Henna Yapılır” tabelası çarptı. Hindistana gelipte Henna yaptırmamak olmaz diye düşünerek hemen oraya doğru yöneldim ve kısa bir pazarlıktan sonra 2 ayağıma ve sağ elime olmak üzere hepsine birden güzel bir hint kınası yaptırdım.

Hennalarımı yaptırdıktan sonra tekrar sokaklara döndüm ,etrafı gezerken birden çok sevdiğim Zafer Bey ( Zafer bey Hindistan gezileri düzenler kesinlikle güvenebilirsiniz. ) ve Mine Hanım geliyorlar. Udaipur’a geldiğimde bindiğim motor rikşanın şöförü sizden önce 2 türk geldi derken anlaşılan Zafer ile Mine hanım’ı kastetmişti. Dünya gerçekten çok küçük tanımı Zafer bey ile Mine hanım ile Udaipurın sokaklarından birinde karşılaşmamıza çok uyuyor. Ancak maalesef onlarında Udaipur’daki son günleriymiş. Udaipur’dan sonra ilk olarak; fareler tapınağı sonra da Simla’ya gideceklermiş. Dediklerine göre ,Simla şehri Hindistan’daki diğer şehirlerden farklı olarak yere tükürme, sokağa tuvaletini yapma ve sigara içmenin yasak olduğu bir şehirmiş. Hindistan’ı gezmek isteyenler bu şehri gezi listerine dahil etmeleri çok iyi olur. Zafer bey’lerle ayak üstü sohbet ettikten sonra akşam Dharonhar’da Rajastan dans gösterilerinin yapılacağı yerde buluşmak üzere ayrıldık.
Akşam saat 7 :00 Zafer bey’lerle buluşmak üzere Dharonhar’a gittim. Gösteri muhteşemdi. Rengarenk kıyafetler, enteresan müzik aletleri, değişik dans stilleri ile gerçekten görülmeğe değer bir gösteriydi. Gösteriden sonra buranın romantik 5 resturantından biri olan Jagat Niwas Palace Hotelin restaurantına gittik.

Jagat Niwas Palace oteli çok güzeldi. Keşke burada kalsaydım dedim içimden. Otelin restaurantında çok keyifli bir akşam yemeği yedik. Otel, City Palace’ın tam karşısında idi ve muhteşem Pichola nehrine bakıyordu. Şansımıza o gece City palace’da bir düğün vardı ve yemeğimizi yerken atılan havai fişekleri ile çok eğlendik. Yolunuz buralara düşer ise kesinlike Jagat Niwas Palace’ta kalın derim. Özellikle balayı çiftleri için muhteşem, hem hesaplı,hem büyülü, hem romantik, hem temiz,hem keyifli, hem… , hem…, hem…., ( artık sonrasını sizin hayal gücünüze bırakıyorum)


Zafer bey’lerle vedalaştıktan sonra odama gittim ve güzel bir uyku çektim. İlk günüm fena geçmemişti. Bakalım yarın neler olacaktı?
Sevgiler

Bye Bye Boddhgaya


22.3.2011, Bugün eğitimin son günü. Geshe Ven. Ngawang Sonam Mind and 51 Mental Factor eğitiminin içeriği tamamladığı için bize Emptiness kavramı hakkında bilgi verecek. “Emptiness” konusu son zamanlarda bir çok kez önüme geliyor. Bundan sonra buna çalışacağım galiba. Kavramsal olarak anlamını anlayabiliyorum ama hayata uygulama aşamasında zayıf kalıyorum. Çünkü emptiness şu ana kadar hayata bakış açımın tam tersi. Zihnimin bu kavrama alışması, özümsemesi ve bunu deneyimlerime aktarmam bayağı zaman alacağa benziyor. Zaten tüm Budist kitaplar da böyle söylüyor. Emptiness’i tam olarak anlamanız demek aydınlanmak gibi bir şey oluyor. Emptiness ile geçen sene Tushita’daki ilk eğitimimde Heart sutra ile birlikte dikkatimi çekmişti. Heart sutranın tamamı tek bir sayfadan oluşuyor ama bu sayfada yazanın anlaşılabilmesi için yüzlerce sayfalık bir sürü farklı kitap yazılmış durumda..

Öğleden sonra eğitim bittikten sonra katılımcılardan Tibetli Pema ile birlikte Mahabodhi temple’nın merkezine gittik. Bima internet cafeye gitti. Ben de Mahabodhi temple’a doğru yol aldım. Bugünkü amacım burada okunması makbul olan bir “King prayer”,”Heart Sutra”,”Prostration to the 35 confession Buddha”, “Lam Rim Prayer”, dualarını okumaktı. İlave olarak” 21 Tara”,” Prayer to Generate Bodhicitta” okumak istiyordum. 21 Tara yı çok seviyorum. Tara, kadın Buddhalardan, onun için “dakinis” de diyorlar. Dakinisin anlamı ise “Sky Walker”, Anlayacağınız geçmişte bizim Tara , uzaydan gelmiş olabilir. 21 Tara her derde devaymış ve gerçekten işliyormuş. Valla bu kutsal yerde beni gören, konuşan, hatırlayan, dokunan ve konuşan herkese yaptığım bu duaları adadım.. İşe yarayıp yaramadığını siz bana söylüyor olacaksınız.
Mahabodhi Temple’da dualarımı bitirdikten sonra Pema ile saat 16:00 da Thai Temple’da buluştuk. Pema ile birlikte önce Thai sonrada sırasıyla Bhutan ve Japan Temple’ını gezdik. Japan Temple’ında saat 17:00 da hem dua ediliyor hem de meditasyon yapılıyordu. Pema ile biz de bu ritüellere katıldık. Ve sonra bisikletli rikşa ile Root ints ne doğru yol aldık. Pima ailesini Tibet’te bırakmıştım , Dharamshala’da yaşıyordu. Root inst yolunda internet Cafeye geldiğimizde rikşa indim. Uzun süredir maillerime bakmamıştım. Bir de ne göreyim bizimkiler beni bayağı merak etmişler. Halbuki anneme ayın 24 ünü kadar irtibat halinde olamayacağımı söylemiştim. Neyse yaşıyor olduğumu bildirdikten sonra birikmiş maillerimi okudum. İşim bittiğinde hava kararmıştı. Root inst. giden yol üzerinde de hiç ışık yoktu. Bodhgaya için geceleri sokağa çıkmanın tehlikeli olduğunu söylemişlerdi. Karanlıkta yürürken biraz tedirgin olmuştum. Allahtan cep telefonumun lambası vardı. Hızla yürümeye başladım. Arkamdan 2 genç merhaba diye bağırdı. Hoppala dedim normalde Hintlilerin konuşkan bir millet olduğunu biliyorum ve gündüzleri ısrarcı sorularına sabırla dayanıyorum ama gecenin bu saatinde hafif tedirginim. Ne bileyim. Neyse Merhaba diyen bu 2 gence ben de merhaba dedim. İkisi de üniversite öğrencisiydi ve root inst nün bulunduğu mahallede oturuyorlardı. Biraz rahatlamıştım. Artık istedikleri soruları sorabilirlerdi ki başladılar. Ailem var mı? Evli miyim? Çocuğum var mı? Neden evlenmedim? Neden evlenmedin sorusundan sonra başka bir soru gelmemesi için “ bu Allahın işi benim yapabileceğim bir şey yok “ dedim. Bizim 2 genç bu yanıtım üzerine “ Hımm yani Rahibe therasa gibi öyle mii dediler “ Bu lafa karşılık gülümsemekten başka yapacak bir şeyim yoktu. Neyse ki Root int.nün önüne gelmiştik. Vedalaşarak ayrıldık.

Ertesi gün hem sabah hem de öğleden sonra Mahabodhi temple’ına gittim. Yine aynı dualarımı yapıp birkaç fotograf çektim. Tekrar Buddha agacının önüne geldim, Buddha ağacının önünde dua eden, temple etrafında kora yapan, Buddha’ya saygılarını sunan insanları izlemek çok keyifliydi. Ertesi sabah Mahabodhi temple gelir gelmez tekrar Boddhi ağacının olduğu yere gittim. Ve dualarımı yapmaya başladım. Sonra tekrardan unuttuğum kişilere yaprak toplamaya çalıştım, bu arada rüzgarın etkisiyle yere düşen Buddha ağacı yapraklarını toplamak için özel strateji geliştirmek gerekiyor. Çünkü orada bulunan herkes Boddhi ağacından düşen yaprağa sahip olmak istiyor. Yaprak yere düşünce ilk ben gördüm, ben alacağım diyemiyorsunuz tabii. Sabırla size yakın bir yere Buddha ağacının yaprağını bırakmasını bekliyorsunuz. İçimden bugün fazla yaprak toplayamayacağım galiba diye düşündüm çünkü hiç rüzgar esmiyordu. Düşen bir iki taneyi de hemen birisi alıyordu. Duamı okurken içimden eğer şu anda bodhi ağacından tam önüme bir yaprak düşer ise hayatımın şu döneminde doğru yoldayım demektir dedim. Bunu söylerken bir yandan da Sibel ya kendini çok riskli bir duruma sokuyorsun diye düşündüm. Bodhicitta ile ilgili duaya sıra geldiğinde, Bodhicitta aşamasına gelsem de tüm insanlara karşı nötr hisler besleyip sadece şevkat ve sevgiyi hissedebilsem ne kadar rahat olurdu diye düşündüm. O an içimden birden bedenimden duygular yükselmeye başladı. Gözümden yaş damlayacaktı ki birden pat diye önüme bir yaprak düştü. Çok sevinmiştim. Doğru yolda olduğumun işareti gelmişti.Kısa bir dua dan sonra yapraklarımla beraber vedalaştım Sevgili Buddha ağacıyla....

Bu arada Buddha ağacının bulunduğu yerde dua ederken etrafınızda bir sürü sinek ve biraz da karınca ile karşılaşmanız mümkün. Tam başımın arkasında boynumun başladığı yerde bir kaşınma oldu ve elimi oraya götürdüm ve elime bir şey geldi bir de baktım karınca hemen onu yere bıraktım ama minik karıncayı sıkıştırıp öldürmüş olabilirdim. Tam da mindfulness eğitimi alırken bu da olur mu dedim. Dikkat etmeliydim diye düşünürken; eğer bu karınca yaşar ise doğru yolda olduğumun işaretidir dedim. Şansımı bayağı zorluyordum ama neyse bir kere laf ağzımdan çıkmıştı. Yerde ölü bir şekilde yatan karıncayı izliyordum. Dua okurken de arada bir hareket edip etmediğini kontrol ediyordum. Belki de sadece bayılmıştı. Zavallı benim dikkatsizliğim yüzünden vefat etmişti. Aradan 10 dakika geçti tekrar karıncaya doğru baktığımda ve bir de ne göreyim bizimki hareket etmeye çalışıyordu. Hadi be dedim mucize mi bu !!!!. Yok canım ……. Karınca sadece bayılmıştı ve şimdi kendine gelmişti olaya fazla anlam vermeye gerek yoktu. Önemli olan karınca halen yaşıyordu ve karmama yeni bir kötü kayıt eklenmemişti.

Bu manastırda son birkaç gündür önemli deneyimler yaşamıştım, güzel ve keyifli bir kaç gün geçirmiştim, ne şanslıyım diye düşündüm...
O gün sabah ve öğleden sonraki duaları yaptıktan sonra akşam root ints.de Pancen Lama ile ilgili filmi izledim. Ben filmi izlerken Root inst’u otel olarak kullanan İngiliz kız geldi. O da benimle birlikte filmi izlemeye başladı, sonra aralarda konuşmaya başladık, 8 haftadır Hindistanı geziyordu. Hindistandan sonra Güney Afrika’ya oradan da Peru’ya geçecekti. Ardından buranın müdavim monklarından biri geldi. O da bizimle Panchen Lama’nın hikayesini anlatan filmi izledi. Panchen Lama, Dalai Lama Tibet’i terk ettikten sonra onun yerini alan büyük bir hoca. O da Dalai Lama ve Karmapa gibi öldükten sonra reenkarnasyonu izlenen önemli kutsal kişilerden, Panchen Lama 1989 yılında ölüyor ve reenkarnasyonu Dalai Lama tarafından teyit edildiğinde Çinliler tarafından ortadan kaldırılıyor yani hapishaneye konuluyor. Çinliler sonradan yine Tibetteki rahipler yardımıyla yeni bir Panchen Lama reenkarnasyonu buluyorlar. Bu şekilde Dalai Lama tarafından onaylanan 10. Panchen Lama’nın doğru olmadığı intibasını bırakıyorlar ve bu şekilde Dalai Lama’nın güvenilirliğini sarsmaya çalışıyorlar. Yani bildiğiniz hain politik oyunlar oynanıyor. Gelenek gereği önemli kişilerin reenkarnasyonu Dalai Lama tarafından onaylandığı için Tibetliler Çinlilerin bulduğu Panchen Lama’yı kabul etmiyorlar. İnsanın aklına Dalai Lama ekibi Panchen Lama’yı deklare etmeden önce çocuğu Hindistan’a getirebilselerdi gibi düşünceler geliyor ama gerçeğin ne olduğunu tam bilmemiz zor.
Film bittikten sonra odama geldim ve Bodhgaya yazılarımı tamamladım. Yarın Bodhgaya’da son günüm. Akşam 22:39 ‘da Bodhgaya’dan Yeni Delhi’ye kalkan bir trenim var. Saat 10:00 da yeni Delhi’de olacağım akşam 21:00 da da Udaipur kalkan trene bineceğim. Biraz yoğun ve yorucu bir yol bekliyor beni. Udaipur’u çok methediyorlar. Bakalım ben nasıl bulacağım
Sevgiler

Full Moon, Buddha Yıllar Önce Bu Gün Aydınlanmış


Bugün, önemli gün.. 19 Mart Dolunayı . Yıllardır ay hiçbir zaman bu kadar dünyaya yakın olmamış. Belki de Tokyo’daki depremlerin sebebi budur diye düşündüm. 19 mart dolunayının önemli olmasının sebebi Buddha’nın yılın bu dönemindeki dolunayda Boddhi ağacının altında aydınlanmış olması. Buddha aydınlandıktan sonra 15 gün boyunca bir sürü mucize gerçekleşmiş. Bugün tüm sevdiklerim ve sevmediklerim için dua etmeliyim diye düşündüm. Kararlıydım hiç ayorım yapmayacaktım. Herkes bu günden nasibini almalıydı
Sabah saat 7:00 da meditasyon dersine gittim. Hocamız Geshe Ven. Ngawang Sonam Sabah monklarla özel praying yapacaklarından 9:30 daki derse geç gelebileceğini söyledi. Bende dualarıma bir an evvel başlamak için dersten önce Mahabodhi temple’ına gitmeye karar verdim. Root inst. biraz şehrin dışındaydı, araç bulmak için biraz yürüyüp ana yola çıkmam gerekiyordu ama neyse ki şanslıydım Root int. çıkış kapısında bisikletli bir rikşa beni bekliyordu. Bisikletli rikşaya binip Mahabodhi temple’ın yakınlarında indim. Temple gidiş yolunda sabahın erken saati olmasına rağmen bir sürü satıcı ve dilenci vardı. Aza etmeniz için kuş, buddha heykeli, mala, süs eşyası, bindi ne ararsanız satıyorlardı. Alışveriş işini 23 Marta bıraktığımdan hızlıca temple’a doğru yürümeye devam ettim. Temple etrafında birkaç kez tur attıktan sonra Buddha tree’nin yakınında bir yerde oturup sevdiğim ve sevmediğim tüm herkes için dua ettim. Bu arada rüzgar estikçe bizim meşhur Buddha ağacının yaprakları dökülüyordu. Birkaç kenarı yırtık Buddha yaprağı toplamayı becerdim. Becerdim diyorum,çünkü bu yapraklara sahip olmak isteyen sadece ben değildim. Önümde oturan monk bu çabamı fark etmiş olacak ki bana düzgün bir buddha yaprağı hediye etti. Otururken sağ karşımda tekerlikli sandalye dikkatimi çekti.

Bu yaşlı adam geçen sene Dalai Lama Teaching’te, Holiness’i giriş ve çıkışta sürekli gözleyen yaşlı amcaydı. Mavi gözleri beyaz saç ve sakalı vardı. Buradayken üstü başı biraz kirlenmişti. Amca ölmeden önce aydınlanmak adına bütün kutsal yerleri gezip kutsal olan herkesle tanışmaya niyetlenmiş olmalıydı. Saatimi kontrol ettim derse yetişmek için 35 dakikam vardı. Yavaş yavaş çıkışa doğru ilerlemek iyi olur diye düşündüm. Ve yürümeye başladım, tam tekerlekli sandalyeki yaşlı amcanın önünden geçiyorum ki bana kalkmak istiyorum dediğini duydum. Önce şaşırdım. Etrafıma bakındım. Evet bu talep bana yapılmıştı. Amcayı ayağa kaldırmaya çalıştım ama tek başıma yapamıyordum. Yanımdan geçen Avrupalı iki genç çocuktan biri yardıma ihtiyacım olup olmadığını sordu. Ve birlikte yaşlı amcayı ayağa kaldırdık. Bu sefer yaşlı amca tuvalete gitmek istiyorum dedi. Hoppala.. derse geç kalacaktım. Ama tam da Buddha tree’nin önünde herkese dua edip de sonra da yardım isteyene yardım etmemek olmazdı. Her olanın bir anlamı var dedim ve tuvaletin yukarıda manastırın girişinde olduğunu öğrendim. Yaşlı amcayı tekerlekli sandalyesine oturttuktan sonra onu itmeye başladım. Bu arada tekrar bir şeyler söylediğini duydum. Ağız kısmına doğru eğildiğimde yanında duran monkunda gelmesini istediğini söyledi. Yanındaki monkta manastıra gelen kişilerden donation kabul eden monklardandı. Ve yaşlı adamı ona teslim edebilirdim. Monka bir miktar para verdikten sonra tam yanlarından ayrılacaktım ki yaşlı amca arabayı benim sürmemi istediğini söyledi. Hoppala çattık diye düşünüyordum ki tekrar bulunduğum yeri kendime hatırlattım. Adam yardım talep ediyor ise yardım etmeliydim. Ve birlikte tuvalete gittik. Tuvaletin girişinde tekerlikli sandalyeyi monka bıraktım. Bizim yaşlı amca tuvalete kadar dayanamadı ve monkun yardımıyla duvarın kenarına tuvaletini yapıverdi. Sonra ne mi oldu ? sonrasında tekerlekli sandalyeye tekrar oturma ritüelimiz başladı. Yaşlı amca her şeyi santim santim hesaplıyordu. Sandalyede oturduğu bölümdeki yastığın konumu, koltuk değneği, su şisesi ve elmasının nerede duracağı, sandalyenin hangi yönde duracağı gibi bir sürü ince detaylar sonrasında 3 oturma teşebbüsünün sonuncusunda içine sinmiş olmalıydı ki şimdi tamam dedi. 3 kere slow motion tekerlekli sandalyeye oturma ritüelini yaparken sabır konusunda gerçekten sınandığıma inandım. Dersin başlamasına 7 dakika vardı. Hemen acele edersem 3-4 dakika gecikme ile root int.’e varmış olabilirdim. Yaşlı amcaya derse yetişmem gerektiğini söyledim. O da bana ismimim ne olduğu, nereli olduğum, buraya nasıl geldiğim gibi sorular sormaya başladı. Sabırla hepsini yanıtladım. Ve sonra artık gitmek istediğimi söyledim. Ve monka biraz daha para verip onu Buddha tree’nin bulunduğu yere yaşlı adamı götürmesini rica ettim. Amma velakin bizim yaşlı amca illa kendisini, benim götürmemi istiyordu. Hadi Sibel, madem amca istiyor yapmalısın diyordu. Diğer ses ise geç kalırsan hocana büyük saygısızlık yapmış olursun diyordu. Hem bu derslerin sonunda aydınlanma ihtimalim vardı ve bu durumda sadece bu yaşlı amcaya değil diğer tüm insanlara yardım etmiş olabilecektim gibi küçük hesap yapıp bağrıma taş basarak derse yetişmem gerektiğini söyleyerek monka biraz daha para verdikten sonra hızla oradan ayrıldım. Hızla gidebilmek için motor rikşa kiraladım. Sınıfa geldiğinde hocanın henüz gelmediğini gördüm ve rahatladım. Ter içindeydim. Ve hoca ben geldikten bir dakika sonra içeri girdi. Zamanlamam harikaydı.
Dersin başında hocamız günün önemine istinaden Buddha’nın aydınlandıktan sonra etrafındaki insanlara öğrettiği 4 noble truth öğretisini bizimle paylaştı. Bugün öğleden sonraki dersimiz Mahabodhi temple’daki Boddhi ağacının tam karşısında yapılacak “ Guru Puja” sebebiyle yapılmayacaktı. Geshe Ven. Ngawang Sonam isteyenlerin Guru Puja’ya katılabileceğini söyledi. Ve tabii ki ben puja’ya gitmeyi seçtim.

Sınıftan puja’ya katılan bir ben, bir de Bodhgaya ‘da yaşayan İspanyol dostum vardık. Diğerleri ise Kurs koordinatörü, root inst manager’ı David , buradaki residencelardan Fransız bir hanım ve diğer monklar ile Lamalardı. Güzel bir Guru Pujasından sonra arınmış olarak root int.’ne geri döndük. Akşam 7 gibi tekrar Mahabodhi temple’a Light Offering ritueli için gidecektik. Bu gece Light Offering ritüelinin son gecesiydi. Puja’dan sonra odama geldim ve yazılarımı yazdım. Akşam 7’de tekrar Mahabodhi temple’daydım.

Jimi, David, kliniğin doktorlarından Judy ve Ahmet, daimi residencelarından Fransız Ms Liu ve eğitimde yan tarafımda oturan ispanyol dostum ile birlikte Light Offering praying ile akşamın önemine istinaden Mutiply Mantra, King of Prayers, Long life mantra , Lama tsong Khapa’s teaching mantralarını okuduk. Etraf sivrisinek kaynıyordu, bu sefer hazırlıklıydım yanımda çorap getirmiştim:) Duaları okurken çoraplarımı giydim
Bugün tam 3 kez bu temple uğrayıp herkes için dua etmiş oldum. Hem dolunay hem de Buddha’nın aydınlanmış olduğu gün olması sebebiyle bu duaların yerine ulaşmış olduğunu düşünüyorum.
Sevgiler

Mind and 51 Mental Factor

Eğitimin 2.nci günü . Sabah saat 6:30’da meditasyon yapmak için Gompa’ya ( içerisinde Buddha, Tara gibi kutsal figürlerin bulunduğu sınıf) uğradım. Benimle birlikte aynı saatte meditasyon yapmak için İsviçreli dostumda gelmişti. İsviçreli dostumun kanser hastalığı varmış. Son etap tedavisinden sonra Hindistan’a doğru hem dış hem de iç yolculuğuna çıkmış. Buradan sonra Darjeleng’e gitmeyi düşünüyormuş. Birlikte meditasyon yaptıktan sonra kahvaltıya gittik. Kahvaltından sonra 2.dersimiz başlamıştı. Geshe Ven. Ngawang Sonam çok disiplinliydi. O anlatırken illa bizim de not almamızı istiyordu. Anlattıkları başta uçuşuyormuş gibi görünüyor ama sonra hepsini o kadar güzel toparlıyordu ki ağzımız açık kalıyordu. Bugünkü dersimizde zihnin dışarıyı algılamasına dair çeşitli tür ve örnekleri ile inceledik. Akşam üstü ise yine meditasyon dersimiz vardıGeshe Ven. Ngawang Sonam Meditasyon dersinde kısa bir açıklama yaptıktan sonra konsantrasyonun öneminden bahsetti. Bilirsiniz bazen bir şeye niyetlenir ama üzerinden bir sürü zaman geçer ancak niyetiniz halen yerinde sayıyordur. Bunun sebeplerinden biri sürekli zihninizde uçuşan düşünceler sebebiyle niyetinize tam olarak odaklanamamanızdır. Bu durumda niyetinize odaklanma halini size single point meditasyon tekniği kazandırabilir.
Bugünkü tüm dersimizi bitirdikten sonra Kurs direktörü Jimi ile birlikte Light Offering duasını yapmak üzere Mahabodhi temple’ına gittik. Bugün Light offering’e ikimizden başka katılan olmamıştı. Işıklar içindeki Mahabodhi temple’ı bu akşamda yine çok muhteşemdi. Herkes sürekli dua ediyordu. Dua sesleri ve ışıklar içindeki Mahabodhi temple’ın büyüleyici görüntüsü insanı bir hoş yapıyordu. Jimi ile light offering rituelimizi tamamladıktan sonra root inst. geri döndük
Şimdilik Hoşcakalın.

Bodhgaya Günlerim


15.Martta öğlen saat 14:10’de tren ile Delhi’den Gaya’ya doğru hareket ettim. Yeni Delhi istasyonunda Gaya trenini beklerken tanıştığım Çinli dostum Song, trenin Gaya’ya gelmesine yakın benim kompartımana geldi. Ve birlikte Gaya’ya varana kadar sohbet ettik. Song biraz heyecanlı bir tipti. Hindistan’da başına kötü şeyler gelebilir endişesi içindeydi. O da benim gibi Dalai Lama’nın 14-15 Marttaki eğitimine katılmıştı. Dalai Lama’nın onlar için çok önemli olduğunu, Dalai Lama’nın bir gün Çin’e gelmesini beklediklerini söyledi. Ayrıca Dharamshala’da eğitim sırasında onunla birlikte 5 çinli daha olduğunu içlerinden ikisinin, çin hükümeti ajanlarının manastır içindeki kameralar aracılığıyla onları tesbit edebilecekleri endişesi ile eğitime katılmadıklarını ekledi. Geçen sene bir sürü Çinlinin Dalai Lama’nın eğitimine katıldığını söylediğimde ise onların da casus olabileceğini söyledi. Anlaşılan Çin hükümeti Dalai Lama’nın yarattığı ve yaratacağı etkiden bayağı tedirgindi. Sadece Tibetlileri değil kendi halkını da tedirgin ediyordu. Song, ayrıca hükümetin sürekli izleme politikaları sebebiyle rahatça seyahat edemediğini, ancak Çin ile ilişkileri iyi olan ülkelere rahatça gidebildiklerini söyledi. Song sayesinde Çin’in başka bir tarafını keşfetmiştim.
Gaya’ya indiğimizde Bodhgaya’ya gidebilmek için kendimize rikşa kiraladık.

Bodhgaya’da bir sürü ülkeye ait manastır inşa edilmişti. Aynı göller bölgesi gibi burası da manastırlar bölgesi gibiydi. Song’a Bodhgaya’da kalacak bir hotel ayarladıktan sonra Song ile vedalaştık ve ben de Bodhgaya’da kalacağım yer olan Root İnstitutesine doğru yol aldım.
Root İnstitute beklediğimden küçüktü. Kaydımı yaptırdıktan sonra resepsiyondan sorumlu Anna bana odama gösterdi. Maalesef odamın anahtarını yanında getirmeyi unutmuştu. Anna’nın odamın anahtarını getirmesini beklerken bordo renkli kıyafeti ile bir monk göründü. Yüzü yabancı gelmiyordu. Benim odaya doğru ilerledi ve kapıyı açmaya başladı. Anna odamın anahtarını bu monka verdi diye düşündüm. Odaya doğru yaklaştım. O da bana kibarca bu odanın kendisine ait olduğunu ve belki de karşı odanın bana ait olabileceğini söyledi. Özür dilemekten başka yapacak bir şeyim yoktu. Monk’un arkasından bir Tibetli kocaman bir bavulla geldi. Bavulu monkun odasına doğru götürdü. Birden bende şimşek çaktı. Az daha aynı odayı paylaşacağımız monk, Mind and Mental Factor eğitimini verecek olan monktu. Fena şekilde pot kırmıştım. Bir müddet daha Anna’yı bekledikten sonra resepsiyona gidip Anna’ya bakmaya karar verdim. Merdivenlerden aşağıya inerken sonradan İspanyol olduğunu öğreneceğim genç bir bey Tara kısmındaki odamı göstermek için geldiğini söyledi. Durum gittikçe enteresanlaşmıştı. Gerçekten Tara bölümüne gideceksem Anna niye beni buraya getirmişti. Spirituel yerlere geldiğinizde kayıt, resepsiyon ve koordinator pozisyonunda gönüllü çalışan batılı ile karşılaştığınızda üstlerine pek gitmemenizi tavsiye ederim. Benim gibi her ne olur ise sineye çekin. Spirituel bir merkezde böyle şeyler olmaz demeyin maalesef oluyor. Sonuç olarak Tara bölümündeki 12 numaralı odaya yerleştim. Odam tam istediğim gibi özel banyolu tek kişilik bir odaydı. Genelde bu tür merkezlere geldiğinizde sürecin bir parçası olarak birkaç kişiyi aynı odaya koymayı amaç edinmişler. Ben şu an için şanslı konumdaydım basit ama güzel bir odam vardı. Hatta bir de çalışma masam. O gün öğlen 14:30 gibi eğitim başladı. Hocamız Geshe Ven. Ngawang Sonam herkes ile tek tek tanışmak istedi. Bana geldiğinde seni biliyorum Türkiye’den dedi. Evet deyip gülümsemekten başka yapacak bir şey yoktu. O gün genel anlamda kurs süresince neler yapacağımızı hangi konuları işleyeceğimizi anlattıktan sonra akşam üstü 16:45 te dersi bitirdi. Günde 2,5 saatten oluşan 2 ayrı eğitim yapacaktı. İstersek meditasyonda yaptıracaktı.
Bu eğitim bu senenin son eğitimiydi. Havalar bayağı sıcaklaşmıştı. Mart ayında böyle ise ileriki aylarda kimbilir burası nasıl olurdu. Gündüz sabahtan akşama kadar kara sinekler, akşam üstünden itibaren ise sivrisinekler kol geziyordu. Sivrisinek kovucu getirmemekle aptallık etmiştim. Sivrisinekleri öldürmememiz isteniyordu. Root institutisi kapısından girer girmez sivrisinekleri öldürmeme dışında uymanız gereken 4 ayrı kural daha vardı. Sexual akitivitelerde bulunmayacak, hırsızlık yapmayacak, alkol ve sigara kullanmayacaktınız. Odalarda sivrisinekleden korunmak için tülden cibinlikler vardı.

Gelelim Bodhgaya’nın önemine. Burası başta da yazdığım gibi çeşitli ülkelerin manastırlarının olduğu kutsal bir yer. Buddha’nın altında meditasyon yaparken aydınlandığı meşhur Buddha ağacı buradaki Mahabodhi temple’ı içinde yer alıyor. Bu kadar kutsal bir yer olması yanında çok fakir ve pis bir yer. Burada dua etmek, normal zamanda yapılan duadan 3 kez daha etkiliymiş.
Tibetlilerin yeni yıl Losar kutlamaları, Buddhanın aydınlandığu mart ayı dolunayına denk geliyor. Tibetliler hem yeni yıllarını hem de Buddha’nın aydınlanmasını kutluyorlar. Her sene bu dönemde bir sürü Budist monk ve Budist halk Mahabodhi temple’ına akın ediyormuş. Kutlama ve dua etmeler dolunaydan 15 gün önce başlıyormuş. Bu 15 günlük periyoda dua etmek ve chanting yapmak çok makbulmuş. Ayrıca son gün yani 19 Mart dolunayın olduğu gece ise en özel gece oluyormuş.

17.Mart akşamı Root Inst. Eğtim koordinatörü Jimi, İspanyol çift ve Amerikalı Mark ile birlikte Mahabodhi temple’a gittik. Gece ışıkları altında büyük stupayı görmek çok güzeldi ve burası gerçekten de kutsal bir yerdi. Giriş kısmında durup gözlerimi kapattığımda tam başımın üstünde tepe çakramda enerji yoğunluğunu anında hissedebildim. Çok odaklanmama gerek bile kalmadı. Öyle bir enerji ki insanı yere çiviliyordu adeta.
Stupanın etrafında döndükten sonra 12 gündür sürekli yaptıkları Light Offering Praying seramonisine başladık. Bana da bir dua kitabı verdiler. Onlara eşlik etmeye başladım. Manastır içinde bir sürü dua eden insan ve karşımda Buddha’nın aydınlandığı Buddha ağacı yer alıyordu. Tabii sivrisinekleri de unutmamak lazım. Bir sürü monk telden yapılmış çadırlar içinde dua etmeyi tercih etmişlerdi ki sivrisineklere karşı iyi bir savunma yöntemiydi. Ben ise önümdeki görüntüden o kadar çok etkilenmiştim ki sivrisinekleri hissedemiyordum bile. Duamızı bitirdikten sonra Root inst.’den kendileri adına ‘’Light Offering’’ yapılmasını talep edenlerin isimlerini listeden okuduk . Yılın bu zamanına özel bir sürü kişi root int. yetkililerinden ‘’Light Offering’’ yapması için talepte bulunuyormuş.

İstersiniz seneye siz de talepte bulunabilirsiniz.  Hem aileniz için dua okunmuş olur hep de birilerine yardım etmiş olursunuz. Root int. içinde eğitim bölümü dışında Bodhgaya’daki fakir halka ücretsiz hizmet veren bir klinik ve şu an sayısı 10 olan aidsli çocuğun bakımını ( Tara Children Projesi) üstlenmiş durumdalar. Her ay 30 usd ödeyerek bir aidsli çocuğun daha root inst. tarafından bakımının üstlenilmesine yardımcı olarabilirsiniz. Aklınızda bulunsun kimbilir…. İleride lazım olur.
Light offering rituelinden sonra gruptakiler manastırın etrafında 3 kez kora yapmaya karar verdiler. Ben ise bir an evvel içerisinde Buddha heykelinin olduğu bölüme gittim. Hem kendim hem de tüm sevdiklerim için dua ettim.
Ruhsal olarak tatmin olmuş bir şekilde manastırdan ayrıldım. Odama gittiğimde kendimi çok iyi hissediyordum. Sivrisinekler ve bu sıcağa rağmen iyi ki buraya gelmişim diye düşündüm. Yarın da en çok istediğim konu “ Mind and 51 Mental Factor” üzerine çalışacaktım. Her şey çok iyiydi. Çok şanslıyım diye düşündüm
Sevgiler

Yeni bir Dalai Lama Teaching Günleri Deneyimi Daha


Dün akşam ki 21 Tara Pujası çok iyi geçti. Diğer katıldığım pujalardan farklı olarak praying kısmını bizim de yapmamızı istediler. Diğerlerine yetişmekte zorlandım ama güzel puja deneyimiydi.
14 Mart2011. Dalai Lamanın vereceği eğitimin ilk günü. Dalai Lama’nın ofisine blessing için bırakmam gereken emanetler olduğundan sabah erkenden saat 6:15’de manatıra doğru yola çıktım. Emanetleri Dalai Lama’nın ofisine teslim ettim. Teaching için öğlen arasında geri alabileceğimi söylediler.
14-15 Mart Dalai Lama eğitimi her zamanki gibi çok güzel geçti. Allah uzun ömür versin. Eğitim bittikten sonra Belinda, Tibetian geri dönüşüm Projesinde birlikte çalıştığı Tibetli ile beni tanıştırdı. Tamamen ilkel yollarla manual olarak topladıkları çöpleri sıkıştırarak tekrar kağıt olarak kullanabilir hale getiriyorlar paket, defter, lamba başı yapıyorlardı. Gerçekten çok güzel ürünlerdi. Ekmeğini taştan çıkarmanın anlamı bence bu olmalı.
15 Mart akşamı Dharamshala’da son günüm. Akşam otobüs ile Delhi’ye gidiyorum. Ertesi günde Bodhgaya’da mindfulness eğitimine katılacağım. Akşam üstü Dhramshala çarşısında Belinda ile dolaşıyorduj ki bir telefon geldi. Arayan kora yolunda tanıştığım Bema’ydı. Bema ayrılmadan son bir kez daha beni görmek istiyordu ve kaldığım guest house yanındaki cafede Bema ve oğlu Tenzin Wangchuck ile buluştuk. Belinda’ya Bema’nın oğlunu tanıştırdım. Belinda eskiden öğretmen olduğu için Tenzin Wangchuck’a eğitimi ile ilgili sorular sormaya başladı. Artık benim gitme zamanım yaklaşıyordu. Bema bana bir kata, okunmuş pirinç ve nescafeyi hediye olarak getirmişti. Ona çok teşekkür ettim. Onu aramamı istedi. Daha önce de Tibetli hatunlarla veya ailelerle sohbet ettiğim olmuştu, hepsi belli bir seviyede kalmıştı. Bema’nın yakınlık göstermesinin garibime gitmemesi enteresandı. Bema ile vedalaştıktan sonra ayrıldık. Belinda ile otobüs terminaline doğru yürüdük.
Akşam 18:30 da otobüsümüz Delhi’ye doğru hareket etti. Yanımda bir monk ile seyahat ediyordum. Pek konuşkan değildi. Yorucu bir yolculuktan sonra sabah 7:00 da Delhi’deydim. Tibet tur and travel’a gidip Gaya tren biletimi aldım. Gaya’ya gitmeme bir gün kala Gaya tren biletim bulunmuştu çok şanslıydım. Biletimi alırken bavulumu 30 martta kadar saklayıp saklayamacaklarını sordum. Evet dediler. çok sevinmiştim. Gaya ve Rajastan arasında seyahat ederken bavul taşımamak iyi olacaktı. O gün Tibet turun sahibine ait olan restaurantta sabahımı geçirdikten sonra tren istasyonunu gidip Gaya geri dönüş ile Udaipur gidiş-dönüş biletimi aldım. Tüm bilet işim hallolmuştu.
Şimdilik Hoşçakalın
Sevgiler

Kora Yolunda Tibetli Bema ile Tanışıyorum


12 Mart.günü sabahı erkenden her zamanki gibi kora yolundaki yürüyüşüme çıktım. Sol tarafımda yürüyen Tibetli bir kadın dikkatimi çekti. Ona doğru baktığımda göz göze geldik ve birbirimize gülümsedik. Malumunuz sohbetimiz başladı. Tibetli güzel bayan nereden geldiğim, burada ne kadar kalacağım konusunda sorular sormaya başladı. Hem yürüyor hem de sohbet ediyorduk. Bema, TSV ‘de çalışıyordu ve 3 oğlu vardı. Eşi TCV ( Tibetian children Village ) marangoz olarak çalışırken emekli olmuştu. Eşi emekli olduktan sonra Bema TCV’de çalışmaya başlamıştı. Kora yolundaki yürüyüşümüz bittikten sonra Bema ile Dalai Lama’nın manastırına gittik. Manastır binasının içinde, Tara veya Avaloketeshara’nın heykellerinin bulunduğu yerde meditasyon yapacağımdan Bema’ya dostluğu için teşekkür ettim ve yarım saat kadar meditasyon yaptım. Meditasyonum bittikten sonra merdivenlerden aşağıya inip dışarıya çıkıyorken yolda Belinda ile karşılaştım. Birlikte aşağıya doğru inerken Tibetli bir sürü bayanın manastırın bahçesinde

51.nci Woman Uprasing kutlamaları kapsamında toplandığını fark ettik. Yine bir sürü medyadan katılımcı gelmişti. Kutlamaların yapıldığı bahçede kendimize yer ararken uzaktan Bema’nın bize el ettiğini, kutlamaları izlememiz için yanına çağırdığını fark ettim. Tibetli kadın ve nunların elinde Tibetin özgürlüğüne dair pankartlar yer alıyordu. Belinda ile birlikte Bema’nın oturduğu yere gidip biz de kutlamaları izlemeye başladık. Önce kadınlar komitesi başkanı sonra Dalai Lama’nın erkek kardeşin karısı konuşma yaptı. Çok fazla Tibetli izleyici olmaması beni çok şaşırtmıştı.

Konuşmaların hepsi bitince Bema, kadınlar grubunun aşağı Dharamshala’ya doğru yürüyüş yapacakları bilgisini verdi. Aşağı Dharamshala’ya kadar yürümek pek işime gelmiyordu. Belinda’ya baktım. O da benimle aynı düşüncedeydi. Bema ile vedalaşıp “All Day Coffe shop” a kahvaltı etmeye gittik. Ve işte burada Sevgili Belinda sayesinde Dharamshala sosyetesi ile tanışma fırsatını edindim.
Cafe’de Belinda sayesinde 2 bayanla tanıştım. İçlerinden Vicki’nin enteresan bir hikayesi vardı. Vicki, 1975 yılında erkek arkadaşının Budizm ile ilgileniyor olması sebebiyle varını yoğunu satıp Hindistan’a gelmiş. Hindistan’a geldiğinde ise erkek arkadaşının 16.Karmapa’ya hizmet vermeye başladığını görür. Bu beklemedik bir durumdur. Ayrıca erkek arkadaşının onun yokluğunda grupta yaşayan bir çiftin karısıyla ilişkiye girdiğini fark eder ve tabiki bu duruma önceleri çok bozulur. Ayrıca erkek arkadaşı ile birlikte olabilmek için varını yoğunu sattığı için de ülkesine de hemen geriye dönemeyeceğini karar verince , bir süreliğine Karmapa komitesi ile birlikte yaşamaya başlamış. Aradan bir müddet geçtikten sonra, topluluk içinde onun da görev alması gerektiğini söylemişler ve herhangi bir kaynak tahsis etmeden yiyecek sağlama görevini vermişler. O da bir şekilde gruba yiyecek sağlamış. Bir müddet bu şekilde hayatını devam ettiriyorken, biraz da Budizmi keşfedeyim diyerek , Dalai Lama’nın bir eğitimine katılıyor. Dalai Lama, her zamanki gibi eğitimin başında halkı selamlarken bizim Vicki’ye doğru bakarak gülümsüyor. Vicki ilk önce Dalai Lama’nın arkasındaki birine gülümsediğini düşünsede, Dalai Lama’nın kendisine gülümsediğini anlamışve işte o an belki de sonraki hayatının gidişatını belirlemiş . İleriki tarihlerde Vicki Tibet’ten Hindistan’a göç eden Tibet halkının tanıtım çalışmalarına katılmış, bazı zamanlarda ise İngilizce eğitmenliği yapmış. Ve o zamandan bu yana da Hindistan’da Tibet için gönüllü çalışmalar yapmaya devam ediyormuş. Sonuç olarak Dalai Lama seneler önce Vicki’ye gülümsemiş olması boşuna değilmiş. Bu da Dalai Lama’nın clairvoyant olduğunu gösteren bir işaret bence.
Belinda’nın beni tanıştırdığı diğer bayan ise Tema idi. Tema biraz aggressive bir hatundu, konuşurken hemen parlayabiliyordu. Geçmiş tecrübeme göre böyle kişiler temelde iyi insan oldukları halde öfkesini bastırmakta zorlanırlar. Onlarla birlikteyken yapabileceğiniz en iyi şey şevkatle dinlemektir. Dinlerken dilmiyormuş gibi yapamazsınız çünkü algıları çok gelişmiş olduğundan hemen bu durumu fark edebilirler. İlk hareketi onların yapmasını beklemeniz en doğru davranış olur.Sonuçta hem değişik insanları tanımış ve de keyifli zaman geçirmiştim.
Tanışma toplantısı sırasında 17.Karmapa ile ilgili enteresan söylentilerden bahsedildi. Karmapa’nın kasasında büyük bir miktarda çin parası yuen bulunmuştu. Acaba Karmapa Çinlilerin casusu olabilir miydi? Gazeteler bu haberi ilk sayfadan vermişlerdi. Bana göre burada yapılmak istenen 17. Karmapa’nın bulunmasında ön ayak olan Holiness Dalai Lama’nın güvenilirliğinin sorgulanması. Gazetede yazan bilgiye göre sadece çin parası değil, aynı bölümde usd,euro ve rupi de yer alıyormuş. Kaldı ki

Çin’de yaşayan bir sürü Tibetli vardı. Hintli ve Tibetliler ne kadar fakir olsalar da manastıra gittiklerinden offering adı altında küçük, büyük birtakım bağışlar yapıyorlar. Öyle ki bu kadar fakirlikte yaptıkları bağışları görünce insanın bağış yapmama gibi bir seçeneği kalmıyor. Örneğin ayakkabısı yırttık, elbisesi dökülüyor da olsa manastıra offering yapan Hintli ve Tibetli görebilirsiniz. Sonuç olarak 17. Karmapa şu sıralar kendini aklama çalışmaları içindeymiş. Karmapa dedikodusu dışında bir de Dalai Lama’nın statusunun ne olacağı konuşuluyor. Dalai Lama’nın yakın zamanda politik liderlik şapkasını bırakacağı, sadece spirituel lider olarak devam edeceği konuşuluyor. Tibet halkının yönetimi ise tamamen Tibet parlemantosuna bırakılacakmış. Holiness Dalai Lama ise bazı ülke ve kuruluşlar talep geldikçe barış konuşmaları ve/veya eğitimler verecekmiş. Benim fikrime gelince; ve Dalai Lama henüz hayattayken Tibet halkının bağımsız bir şekilde kendini yönetme tecrübesini kazanmalarını istiyor. Diğer bir neden ise biraz masalsı olacak ama ; Dalai Lama şu an 75 yaşında. Biliyorsunuz recarne olabilmek yani tekrar istediği yerde doğmak için hazırlık yapması gerekiyor olabilir.
Bugün öğlen kora yolunda tanıştığım Tibetli Bema’nın evinde öğlen yemeğine davet etmişti ve TSV’deki evine gittim. Bema’nın evi 2 oda ve bir mutfaktan oluşuyordu. 3 oğlundan birinde zeka geriliği ve epilepsisi vardı, ilaç kullanıyordu. Öğlen yemeği üzeri Bema’nın diğer oğlu geldi. Bema’nın bu oğlu coğrafya öğretmeni olmak istiyordu, diğeri ise şu an finans okuyordu. Babası TSV deki işinden emekli olduğu için coğrafya öğretmeni olmak isteyen oğul bir müddet okulunu dondurmuştu. Sanırım maddi zorlukları vardı. Üniversiteyi finanse etmek pahalı olabilirdi. Nasıl yardım edebilirim diye aklımdan geçirdim. Neye ihtiyaçları olduğunu sormak o kadar zordu ki yanlış anlayabilirlerdi. Güzel bir öğlen yemeği yedik ve yemek için teşekkür ederek onlardan ayrıldım. Belinda ile buluşup akşama kadar Dharamshala’da vakit geçirdik. Bu akşam Belinda ile Tushita meditasyon merkesindeki 21 Tara pujasına gideceğiz. Başta da yazdığım gibi 21 Tara, en sevdiğim Puja.
Sevgiler

Uprising Day Kutlamaları

Merhaba

10 Mart.2011 bugün Tibet’in 52.nci Uprising day ‘i kutlanacak. Dalai Lama ve bazı Tibetli önemli kişiler konuşma yapacaklar. Sabah 9:00 dan önce manastırda olmam lazım. Bu yüzden sabah saat 6:30’da kalkıp Dalai Lama’nın yaşadığı manastırın etrafındaki kora yolunda yürüyüşe çıktım. (Budist inanışa göre Manastırların etrafında saat yönünde tur atmak bir çeşit ibadet , bizim Umre’de kabe etrafında dolanmamıza çok benziyen bir rituel aslında. )
Kora yolundaki rutin yürüyüşümden sonra dosdoğru manastırına içine gittim ve Tara ve Kalachkara ’nın heykelinin önünde yarım saat meditasyon yaptım. Meditasyondan sonra da manastırın bahçesi inip Dalai Lama’yı beklemeye başladı. Önler tamamen dolmuştu. Bir sürü medya mensubu Tibetlilerin fotografını çekiyordu. Ve nihayet renkgarenk Tibet geleneksel kıyafetlerini giymiş bir grup kızlı, erkekli gençten oluşan bando grubunun sesi duyulmaya başladı. Önemli an gelmişti. Herkes heyecanla Dalai Lama’yı bekliyordu. Dalai Lama her zamanki sıcak gülümsemesiyle göründü. Kendisi kabul etmese de evet söylendiği gibi o yaşayan yegane Buddha ve gerçek bir Boddhisatva. Onu her gördüğümde içimdeki enerjinin değişimi, yaşama olan inancımı kuvvetlendiriyordu. İnsanları selamlayarak yürüdü ve kendisine ayrılan bölüme gidip oturdu. Ciddi bir şekilde o günün programını gözden geçirdi. Dalai Lama’nın konuşmasından önce 2 kişi konuşma yaptı. Sonra da Dalai Lama başladı konuşmasına; önce kutlamalara katılan önemli kişileri bizlere tanıttı. Aralarında Amerikalı ve Tibet’i destekleyen senatör ve eşi de yer alıyordu. Dalai Lama konuşmasını Tibetçe yaptı. Konuşma metninin ingilizcesi önceden dağıtıldığından Dalai Lama’yı anlamakta zorlanmadık. Dalai Lama konuşmasını bitirdikten sonra tekrar bando grubu, bando ve mızıkalarını çalarak ayaklarını yere vurmaya başladı. Dalai Lama yine o güzel gülümsemesiyle sağına soluna bakıp etrafı selamlayarak ayrıldı. Kısa bir sürede olsa bu kutsal kişiyi görmek güzeldi.

Dalai Lama gittikten sonra Manastırın içinde şöyle bir dolandım. Duaların yapıldığı yerde bir hareket vardı. Monklardan birine neler olduğunu sorduğumda öğlen saat 15:00 da Peace Pujası yapılacağını söyledi. Ölüleriniz, projenizin başarı ile sonuçlanması ( özelikle 21 Tara bunun için çok iyi ) , mutlu bir kutlama ve uzun yaşam için puja yaptırabiliyorsunuz. Daha önce bir çok pujaya katılmıştım ama bu sefer ki bayağı havalıydı. Ortada yakılan ateş eşliğinde dualar yapılıyordu. Baş monk ateşin başında pujayı yönetiyor. Ateşe pirinç, çemen otu, buğday gibi ürünleri sırası geldikçe atıyordu. Pujada görev alan monkların üzerinde rengarenk geleneksel Tibet kiyafetleri vardı. Enteresan müzik aleti eşliğinde dualar okunuyor chanting yapılıyordu. Pujayı hayranlıkla seyrettim.
Puja’dan sonra Dalai Lama’nın 14-15 Marttaki eğitiminden önce Tushita meditation centre’da katılabileceğim herhangi bir aktivite olup olmadığına bakmak için internet cafe’ye gittim. Cafede kendime yer ararken bir de ne göreyim geçen yıl Dharamshala’da tanıştığım Belinda’da internet cafe’de değil mi?. Dharamshala’daki günlerim, Sevgili Belinda sayesinde daha neşeli hale gelecekti. Eski yazılarımdan unutanlar için veya okumayanlar için; Belinda Avustralyalı, emekli öğretmen. Tibetli aileler için ilaç, solar ışıklandırma temin ediyor. Akşam Belinda ile birlikte Cafe Diem’de lezzetli bir akşam yemeği yiyerek sohbet ettik. Bu sene yeni bir proje talebi gelmişti. Avusturalyalı bir firma, Belinda’nın Dharamshala’daki gönüllü çalışmalarını bildiğinden, sosyal sorumluluk projesi kapsamında atıkların geri dönüşümü konusunda Tibetlilere nasıl destek olabileceklerine dair rapor talep etmişlerdi. Belinda’da ön raporunu Avusturalyalı sponsor firmaya sunmuştu ve onlardan haber bekliyordu.
Sevgiler

Dharamshala Tekrar Merhaba !!!


8 Mart sabahı Bangkok’tan Air India ile Yeni Delhi’ye geldim. Ve dosdoğru otobüs terminaline giderek Delhi’den Dharamshala’ya gidiş otobüs biletimi aldım. Original planda bu akşam tren ile Gaya’ya gidecek ve 12 Martta Bodhgaya’da başlayacak Mindfullness ve 51 Mental Factor eğitimine katılacaktım. Bodhgaya’daki eğitimi verecek olan kişi Dalai Lama’ların baş tercümanlarındandı. Tahminimce bizim hocanın 14-15 Mayıs’ta yapılacak Dalai Lama eğitiminde görev alacağından bu erteleme yapılmıştı. Bu yolculuğuma başlamadan önce hazır Hindistan’a gelmişken Dalai Lama’nın 14-15 Marttaki eğitimine katılmak iyi olur diye düşünmüştüm. Ancak Mindfulnes and 51 Mental Factor eğitimi daha ağır basmıştı. Nasıl oldu ise şimdi hem bu eğitime hem de Dalai Lama’nınkine katılabilecektim. Yalnız bir sorunum vardı. 15 marttan sonra Delhi’den Gaya’ya kalkacak trende yer yoktu. Gaya’ya gidiş için tüm trenler “ waiting list” veriyordu. Son alternatifim, uçak olacaktı ama uçakla Gaya’ya gitmek biraz zorlu olabilirdi. Çünkü Gaya’ya en yakın havaalanı, 6 saat uzaklıktaydı. Benim için en rahat alternatif trendi. Artık Dharamshala’ya gittiğimde şansımı deneyip bilet konusunu bir şekilde halledecktim. Bu kadar planlı yaşayan bir kişi olarak simdiki gibi saldım çayıra bir tatilim olmamıştı. Genelde her şeyi önceden planlamış olurdum. Şimdiki durum ise alışılmışın ötesindeydi. Tatilimin başından beri bütün planlarımda bir şekilde değişiklikler olmuştu. Ne yapalım , hayatta hep öğrenecek şeyler var diye düşündüm ve evrene kendimi bıraktım.
8 Mart akşamı Delhi’den kalkan otobüs ile 9 mart sabahı saat 6:30’da Dharamsala’ya vardım. Amacım birkaç otel araştırmaktı ancak gece otobüs yolculuğu beni çok yormuştu. Dosdoğru geçen sene kaldığım Takyill Guest House’a gittim. Benim için boş yerleri vardı. Sahipleri iyi insanlardı, ayrıca güvenilirdiler. Bavulumu odama bıraktıktan sonra Dalai Lama eğitimine kayıt olmak üzere kayıt burosuna gittim. Sonra da kendime “ Coffe Talk” ta güzel bir kahvaltı ısmarladım.

Dharamshala’da hiçbir şey değişmemişti... Yine aynı monklar, yine aynı Tibetliler.. Yalnızca Hintli sayısı biraz artmış gibiydi ve yeni binalar inşa edilmeye başlanmıştı. Seneye sevgili coffe Talk’un önü büyük bir otelle kapanacaktı. Hava bayağı soğuktu hatta ilerdeki dağların tepesinde kar vardı.Neyseki gelmeden hava durumlarını kontrol etmiş ve soğu k havalar olacağını öğrenmiş ve yanımda paltomu getirmiştim sorun yoktu.
Yarın ayrıca Dharamshala’da Uprising day kutlamaları olacaktı ve Holiness Dalai Lama konuşma yapacaktı. Yarını dört gözle bekliyordum.
Sevgiler

Hindistan’a varış:

İndia Slideshow: Sibel’s trip from Bangkok, Tayland to 3 cities Udaipur, Dharamsala and Bodh Gaya was created by TripAdvisor. See another Hindistan slideshow. Create a free slideshow with music from your travel photos.
D

ün itibariyle tüm Hindistan gezi planım değişmiş bulunuyor. 12 sinde başlayacak olan Mindfulness eğitimi 17 marta alınmış. Bu eğitimi verecek olan monk, Dalai Lama’nın tercümanlarındandı. Acaba Dalai Lama’nın 14-15 Marttaki eğitimi için çağrılmış olabilirler mi diye düşündüm. Bu değişiklik üzerine bende yeni Delhi’ye geldikten sonra Dharamshala’ya gitmeye karar verdim. 17 Marta eğiitm başlayacağından aradaki günlerimi hem Dharamshala’da geçirebilirim hem de Dalai Lama’yı bir kez daha görmüş olurum diye düşündüm. 17 Marttaki başlayacak olan eğitim bittikten sonra da çok gitmek istediğim Rajastan’a gitme hayalimi gerçekleştirebileceğim..Bakalım beni neler bekliyor......

Kısa Not:
Yazımın içinde tavsiye ettiğim Bangkok Alış veriş yerleri.Umarım işinize yarar....
1-Jim Thomson outlet: 153 sukhumvit Soi 93 Prakanong BangKok 10260
Sky Train. Green Line Siam line’nın Nu it son durağı
2- Central Wold Plaza /Siam Paragon
3- Rivercity – Chao Phraya nehri üzerinde . Rıhtım 3 ile 4 arasında
Şimdilik Hoşçakalın

Bangkok ‘ta son günlerim


6 mart 2011 Pazar günü sabah 9:00’dan Koh Chang’dan minibüs ile Bangkok doğru hareket ettik. Bangkok’a vardığımızda saat 15:30’ du. Bangkok’ta bu sefer kalacağımız otelin ismi I-İnterntional’dı. Odayı yine Sevgili Mebuse ile paylaşıyor olacaktım. Mebuse rahatsızlığı dolayısıyla Pınar’lar ile birlikte Malezya’ya gitmekten vazgeçmişti. O da benimle birlikte 8 Martta Bangkok’tan ayrılacaktı. Ben Hindistan’a Mebuse ise İstanbul’a gidecekti. Sonuç olarak Bangkok’ta geçireceğimiz 1,5 günümüz vardı, bizde ilk gelişimizde yapamadığımız aktiviteleri gerçekleştirmeyi planladık. Bunlar ; China Town ve Jim Thomson’a gitmek ve Sharglia otelde kahve içmekti.
O akşam Burma’da birlikte olduğumuz Sujala ve annesinin kızın evine akşam yemeğine davetliydik. Akşam yemeğine daha 2,5 saatimiz vardı. Ve bunun üzerine Jim Thomson ‘a gitmeye karar verdik. Jim Thomson Thailand’ta ipekleri ile meşhur bir dükkan. Otelin resepsiyon bizi Siam Paragon’daki büyük alış veriş merkezi Central World Plaza’da Jim Thomson’u bulabileceğimizi söyledi. Ve taksi ile Central Word Plaza’ya gittik. Burası muhteşem büyük bir alışveriş merkeziydi. Fiyatlar ise Türkiye’den farklı değildi. Jim thomson mağazasındaki ürünler çok güzeldi ama biraz pahalıydı. Girişteki broşürlerden Jim Thomson’ın Bangkok’ta outleti olduğunu öğrendim. Ve Mebuse ile ertesi sabah oraya gitmeye karar verdik.

Akşam ise davetli olduğumuz ailenin evine gittik, Sujala ‘nın annesi muhteşem bir indian yemeği yapmıştı, bizi de çok güzel karşıladılar. Mebuse ile beraber Bangkok’ta Hintli bir ailenin evi ,yemekleri nasıl olur bunu deneyimledik. Çok keyifli ve değişik bir geceydi.
Ertesi sabah, erkenden Pınar’larla vedalaştıktan sonra Jim Thomson’un outletine gittik. Otelimiz sky Tren’e çok yakındı. Sky tren ile bir hat değişikliği yaparak çok rahat bir şekilde Sukhumvit Line’ın son durağı On Nut’te indik ve 10 dakikalık bir yürüyüşten sonra Jim Thomson’un outletine vardık. Ben little man Aidan’a bir tişört ve kendime bir cüzdan aldım. Mebuse’de dostlarına hediyelik eşyalar aldı. Jim Thomson’dan çıkışta hava biraz daha ısınmıştı. Zaten oldukça yorulduğumuz için ve de sıcak altında yürüyüp daha da yorulmamak için motorsiklet taksilere binerek tekrar sky tren istasyonuna geldik. Sharglia’nın olduğu istasyonunda indik ve orada ilk günden planladığımız gibi kahve içtik. Shangri-La ‘dan sonra ise China town’a gitmek üzere Chao Praya nehri üzerinde ring atan teknelerden birine bindik. China Town’a gitmek için 5 numaralı rıhtımda Chakkrawat’ta inmemiz gerekiyordu. China town’a gitmeden önce İndian Markete uğramaya karar verdik. İndian markete giderken Pahurat denilen yerden geçiyorsunuz. Burası toptan hediyelik eşya satışının yapıldığı yer, gitmenizi muhakkak tavsiye ederim, burası uzakdoğuya özgü hediyelik eşya anlamında Türkiye’de ne var ise hepsi burada mevcut ve de üstelik çok daha ucuz. Bir dükkanım olsa buradan çıkmazdım herhalde. Bangkok’tan sonra Hindistan’a gideceğimden dizginleri elde tutmakta fayda vardı. Bu yüzden çok fazla birşey alamadım, ama aklım da kalmadı değil.Bir dahaki sefere gittiğimde muhakkak tekrar buraya geleceğim aklımda kalanları almak için. Fiyatları ise moralinizi bozmamak için burada yazmamaya karar verdim. Kendiniz gidin ve görün ama muhakkak gidin, çok memnun kalacaksınız...  Ama karmaşadan başınız biraz dönebilir…. Pahurat Marketten sonra İndian Markete vardık. Ancak satıcıların hiç birisi öd yağının ne olduğunu dahi bilmiyordu, büyük hayal kırıklığı ile alamadan geri döndüm ,artık şansımı Hindistan’da denemeye karar verdim.
İndian Marketten sonra China Town’u da gezdikten sonra otele gittik. Mebuse ile birer duş aldıktan sonra otel odamızda Royal Thai Masaj yaptırmak üzere resepsiyona sipariş verdik. Ve Bangkok’taki kapanış masajımızı yaptık. Çok keyifliydi
Bangkoktaki son günümüzde saat 5 gibi bizi havaalanına götürecek araba geldi. Son derece keyifli bir turdan sonra içim burkularak, önce Mebuse’yi Istanbul’a ,sonrada kendimi Hindistana yolcu etmek üzere havalimanına geldik. Şu an Yeni Delhi’ye gitmek üzere Air İndia uçağının 12 D sinde oturuyorum. Yanımdaki Hintli bey, eski türk filmlerini andıran hint filmi seyrediyor. Ben Uzak doğu yolculuğuma ait anılarımın son noktasını yazıyorum
Bye bye Bangkok. Son bir ay içinde 3 defa Bangkok’a girip çıkarak rekor kırmış olabilir miyim diye de düşünüyorum. Kim bilir?

Koh Chang’te Denizin Derinliklerini Keşfediyoruz


Ertesi gün sabah erkenden oda arkadaşım Mebuse ile dalış turuna gittik. Grubumuzda bizden başka alman bir aile, Mebuse, ben ve Fransız bir adam vardı. Bizi almanlar, biz ve Fransız olarak üç gruba ayırdılar. O gün şansımıza gece yarısından itibaren sürekli yağmur yağıyordu. Sanki muson yağmurları dönemi geri gelmişti. Yoğun yağmur eşliğinde dalış merkezinin sürat motoru ile Kon Yak adasında ilk dalış yapacağımız bölgeye geldik. Burası marine national parka çok yakındı. Bu bölgedeki denizin altını görmenizi isterim. Özellikle kumaş tasarımı ile uğraşanlar buraya gelip deniz altındaki mercan renklerinin çeşitliliğini görmeli. İnanır mısınız bilmem ama Leopar deseninde olan mercan bile vardı. Dalış sırasında dalış hocamız bize kayanın altını gösterdi, ne olduğunu görmeye çalışırken birden gri ve parlak cam göbeği renginde kocaman bir vatoz kayanın altına saklanmış, bizi fark edince hareketlendi ve uçarak uzaklaştı. Bu arada yüzen vatoz görmek her yiğidin harcı olmadığını da belirtmek isterim. )

Dalışa devam ettik, birden karşımıza dev bir balık çıktı, adı “Box Fishé imiş. Öyle kocamandı ki ona çok yakın olduğumuz halde bizi göremedi. Biraz daha yanaşıp gözünün görebileceği konuma geldiğimizde bizi fark etti ve bulunduğu yerden ağır ağır uzaklaştı, belli ki popsunu kaldırmakta zorlanıyordu. Yanımızdan geçerken farkettik ki yüzgeçinin kenarında küçük bir balık vardı. Büyük bir ihtimalle box balığının bir önceki yemeğinden kalan artıkları araştırıyordu. İlk dalışımızda 19.3 metrede 55 dakika kalmıştık. Öğlen yemeğimizi yedikten sonra ikinci dalış bölgemiz olan Koh Rang’e gittik. Dalış hocamız, burada bir çok vatoz görme olasılığımız olacağını, bu nedenle onu dikkatle izlememizi istedi. Vatoz görürsek heyecanlanmamızı sadece izlememizi ve vatoza çok yaklaşmamızı özellikle tembihledi.Dalışa başladıktan sonra birden ağaç dalları şeklinde çok değişik bir mercan gördüm . Karşıdan baktığımda dalların uçlarında mavi renkte florans ışık varmış gibi parlayan bir takım organizmalar gördüm. Ağaç şeklindeki mercanın üzerinde o kadar güzel yerleşmişlerdi yılbaşı ağacına benziyorlardı. İnanılmaz bir görüntüydü. Buradaki dalışımız süresince hocamızın da bahsettiği gibi birçok vatoz gördük. Dalış hocamız onların yerlerini bulup çubuğu ile denizin dibine dokunduğunda vatoz’da görünür hale geliyor ve uçarak uzaklaşıyordu. Gerçekten vatozları seyretmek çok muhteşemdi Bu koydada vatoz dışında irili ufaklı bir sürü rengarenk balık vardı. Hatta Datça’dayken gördüğüm küçük balıkların dansına burada da şahit oldum. Binlerce minnacık balık sanki müzik eşliğinde hareket ediyor, arada bir yukarıdan aşağıya kendileirni bıraktıklarında sırtlarındaki pullar parlıyordu. İnanılmaz güzel bir seyir oldu benim için.....
Büyüleyici dalış maceramızdan sonra otele geldiğimizde, o kadar yorulmuştuk ki Mebuse ile birlikte kendimize tekrar bir SPA keyfi yaşattık. Önce sauna ve jakuzi ile başladık, sonra jakuzi, travmarin scrubing ve en sonra da herbal Thai masajı, hepsi tam 2,5 saat sürdü., artık iyice gevşemiş ve keyiflenmiştik. Öğleden sonra tekrar otelimize geldiğimizde duş aldıktan sonra yine dayanamayıp manzara seyretmeye, nehrin kenarındaki

Cinamon restaurantına gidip sadece çay içip nehrin güzel manzarasını seyrettim. Keyife o kadar çok doymuştum ki canım yemek yemek istemedi, çok ta yorulmuş ,masajla da çok gevşemiştik o gece dinlemeye karar verdik ve çok geçmedenodama gidip tatlı tatlı uyudum.
Bugün Koh Chang’te son günüm ve bugünü biraz daha relax geçirmeye karar verdim. Dünkü yağmurlu havadan sonra Mebuse’de biraz üşütmüştü ve Bangkok’tan sonra Pınar, Kubilay ve Deniz ile birlikte Malezya’ya gideceğinden kendisini bakıma alıp odada kalıp dinlenmeyi tercih etti. Ben de kahvaltıdan sonra gezi anılarımı yazmak için zaman ayırdım. Hava gittikçe sıcaklaşmaya başlamıştı, bunun üzerine kanoya binip white sand beach’e gidip denize girdim. Daha sonra iseöğlen yemeği için Aana resortun Cinamon restaurantına geldiğimde Mebuse ile karşılaştım. O da öğlen yemeği için aynı restauranta gelmişti. İkimizin de zamanlaması harikaydı.

Öğleden sonramı ise Aana resortun havuzunda geçirdim. Kah güneşlendim, kah gezi anılarımı yazdım kah havuza girdim. Burada dikkatimi çeken bir diğer konu ise zamanın çok yavaş ilerliyor olmasıydı. İstanbulda değil günün nasıl geçtiğini haftanın nasıl geçtiğini anlayamazken, burada zaman tadına da varabileceğiniz şekilde uzun ve yavaş geçiyordu.
Akşam olunca duş alıp biraz dinlendikten sonra tekrar çok sevdiğimiz Cinamon restauranta gittik. Nehrin 2 tarafından Thailand evleri ve restaurantlar sıralanmıştı. Işıkları nehre yansıyordu. Kuş ve ağustos böceklerinin sesi dışında herhangi bir ses yoktu. Huzurun tamamı bu akşam buraya gelmişti sanki. Bu akşam biraz muzurluk yapıp kendime patates kızartması ile Tom Yhang çorbası ısmarladım. Menüde Tom Yhang çorbasının yanında ( clear or small coconat milk ) şeklinde açıklama vardı. ‘Clear’ in buradaki anlamını çözemediğimden zaten de hindistan cevizini Tom Yhang çorbası içerisinde çok sevdiğimden “ with coconal milk” şeklinde sipariş verdim. Garson elinde Hindistan cevizi meyvesi ile bize yaklaştı. İçimden hay allah yanlış anlama oldu galiba diye düşünürken Hindistan cevizi meyvesinin kapağını kaldırdığımda benim Tom Yhang çorbasının Hindistan cevizi meyvesinin içine koyduklarını fark ettim. Hindistan cevizi meyvesini çorba kasesi olarak kullanmışlardı. Çorbanın içerisinde çeşitli baharatlar, karides ve hindistan cevizi meyvesi ve değişik otlar yer alıyordu. Koh Chang adasındaki son gecemizde son derece lezzetli bir yemek yemiş olduk.
Ertesi sabah bizi Bangkok’a götürecek olan aracımız geldi ve kalbimizi burada bırakarak buruk bir şekilde güzel adadan ayrıldık.
Her şey için teşekkürler Koh Chang adası, yoğun yolculuğumuzdan sonra bol dinlenmeli ve çok keyifli anlar geçirttin bize. Artık Hindistan gezimi hazırım. 2 gece daha Bangkok’ta kaldıktan sonra 8 mart 2011 de sabah uçağı ile Delhi’ye uçuyor olacağım. Delhi’den sonra , Buddha’nın aydınlandığı yer olan Boddhgaya’dayım.

Şimdilik Hoşçakalın
Sevgiler

Swa ti Ka ( Merhaba) Koh Chang


Gezimizin diğer bir durağı olan , Koh Chang adasında toplam 4 gece kalacağız. Plana göre 4 günün 2 gecesi Ramayana resortta, 2 gecesini ise Aana Resortta geçireceğiz. İkisi arasında karşılaştırma yaparsam odaları, konumu, denize yakınlığı ve kumsalı en büyüleyici olan AAna Resort, servisi ve masaj fiyatları en iyi olan ise Ramayana. Bu bilgilere göre buralara yolunuz düşerse seçiminizi bu bilgiler doğrultusunda yapabilirsiniz
İlk gün Ramayana resorta’a yerleştikten sonra kumsal ile otel arasında saatte bir ring atan minibüse binerek Dewa otelin kumsalına gittik. Koh Chang adasında gelgit olayına tanık olabiliyorsunuz. Sabahları deniz yükseliyor, öğleden sonraları ise deniz geri çekiliyor.. Öğleden sonra denize girdiğinizde derin sulara ulaşmanız zaman alıyor. Bu yüzden sabahları deniz keyfi, öğleden sonra ise havuz keyfine uygun bir ada burası.
İlk günün akşamı hep birlikte Koh Chang adasının merkezine gittik. Amacımız yemek yedikten sonra deniz kıyısında beach partiye katılmaktı. Yemeğimizi yedikten kumsala çok yakın bir bara gittik. Kumsalda ateş gösterileri yapılıyordu. Gösterilerden sonra live music başladı ve içkisini alan kumsalda canlı müzik eşliğinde dans etmeye başladı. Keyifli ve eğlenceli bir gece geçirdik hep birlikte…

Ertesi gün Koh Chang adasında diğer kalacağımız AAna resort’a geçtik. Kısa bir gezinti sonrasında havuzu ve kumsalını çok beğendik. Otelin içindeki küçük rıhtımdan kalkan tahtadan yapılmış ince kanolara binerek muhteşem White Sand Beach’e ulaşıyorsunuz. Kumsal, hava muhteşemdi. Tam denizin kenarında ağaca bağlı ipten bir salıncak var ki hemen denedim. Tam türk filmi misali bir güzel sallandım. Aynı gün öğleden sonra Mebuse ile birlikte kendimizi Thai masajı hediye ettik. Bilmeyenler için Thai masajında özel kıyafetler giydiriyorlar ve elbisenin üzerinden meridyen noktalarınıza bastırarak masaj yapıyorlar. Küçükken annemin zaman zaman beni çağırıp “beni bir çiğner misin “ deyişini hatırlıyorum. İşte Thai masajı bu çiğneme olayına çok benziyor. Thai masajı ayrıca yoganın bedeninize yaptığı etkiyi yapıyor yani direk meridyen noktalarını aktivite edip bedenin dengesini sağlıyor. Günün yorgunluğunu alan harika bir masaj. Yalnız akşam geç vakit yaptırmayın. Enerji seviyenizi yükselttiğinden gece uyumakta zorluk yaşayabilirsiniz.

O günün akşamında yine otelde kalıp yemek yemeğe karar verdik. Akşam yemeğimizi deniz mahsulleri masasından seçtik. O akşam ki yemeğimiz dev karidesler, mavi yengeç, kalamar ile birlikte buharda pişmiş pilav dan ibaretti. Masamız ise tahta ayakların üzerine oturtulmuş tahta zemin üzerinde alçak yer masası ve iki yanında uzanabileceğiniz bir yatak ve tavandan aşağıya sarkan beyaz tüller ile süslenmişti, tabii yanında da soğuk güzel bir beyaz şarap eşliğinde çok romantik ve keyifli bir akşam yemeği yedik.
Koh Chang adası hakkında kısaca bilgi vermem gerekirse, 217 km kare büyüklüğünde Phuket’ten sonra Thailand’ın ikinci büyük adası. Koh Chang adasının diğer adı ise Elephant Island. ( Fil adası) Adayı çevreleyen denizin ismi ise Andaman denizi. Sakinliği arayanlara özellikle tavsiye edebileceğim bir ada burası. Şubat ayındaki Full Moon seromonileri hariç tabii. Koh chang adası, Şubat ayındaki Full Moon seromonileri ile meşhur. Dolunay öncesi ve sonrası sürekli dolunay partileri yapılarak dolunayın geliş ve gidişi kutlanıyor. Biz maalesef Şubat ayı dolunayını kıl payı kaçırdık. Koh Chang, 50 küçük ada ile çevrili ve Marina National Parkı ile biliniyor. Bu parkın bulunduğu kıyı Kamboçya sınırına da bakıyor. Buraya geldiğimizin ikinci günü Marin National Parka yakın bir adada Sevgili Mebuse ile birlikte güzel bir dalış yaptık. Mercanlar, balıkların çeşitliliği ve bir sürü vatoz balığı ile karşılaştık. Dalış için çok uygun, doğal güzelliği muhakkak görülmesi gereken yerlerden birisi Koh Chang adası.....

Ayrıca Koh Chang adasının etrafında bir sürü kumsal var. İstediğinizi seçip denize girebilirsiniz. Tüm kumsalları görmedim zira çoğunlukla otelimizin de bulunduğu White Sand Beach’te denize girdim. Adından da anlaşılacağı gibi White Sand Beach, beyaz kumların olduğu güzel bir kumsal. Adanın %70 ini tropikal ormanlar oluşturuyormuş, yer yer de yağmur ormanlarını da görmek mümkünmüş. Hava sıcaklığı açısından adaya gelmek için en uygun aylar ; Aralık ve Mart ayları. Ayrıca bu adada keyifle yapacağınız bir sürü aktivite var. Snorkling, elephant riding, jungle trecking, diving, motorcyling vb gibi.....
Şimdilik bu kadar
Sevgiler

Kamboçya’dan Ayrılıyoruz!!!!


Dönüş yolunda Thailand sınırına geçtikten sonra bizi Koa Chang adasına götürecek olan minibüse bindiğimizde sevgili Kubilay, Kamboçya’ya gelirken yanında getirdiği DVD filmi çalışması için şoföre verdi. Bu film Kamboçya’da geçmişte yaşananlar ile ilgiliydi. İsmi “ Killing Fields” di. Bu filmde 1973-1975 yıllarında Amerikalıların savaş uçağının koordinatlarında yanlışlık yapması sonucunda, yanlışlıkla sivil halkın bulunduğu yerin bombalanması ve bu skandal olaydan sonra Amerika ve diğer ülkelerin Kamboçya’yı terk etmek zorunda kalması sırasında yabancıların başından geçen gerçek olaylar anlatılıyordu. Başroldekiler, New York’ta çalışan amerikalı gazeteci Sydney Schanberg ile onun rehberi Kamboçya’lı Pran’dı. Sydney ile birlikte başka ülkelerin gazetecileri de vardı. İlk tahliye sırasında Pran’ın ailesini Amerikaya gönderiyorlar. Amerikalı gazeteci Sydney Schanberg ve Pran biraz kalıp tahliye sırasındaki olayları izlemek ve bir sonraki kafile ile Amerikaya gitmeyi planlıyorlar. Fakat olaylar planladıkları gibi gitmiyor. Kızıl Khmer’ler hükümet binasını ve yabancıların bulunduğu binaları sıkı kontrol altına aldıklarından hiç bir Kamboçyalının ülke dışına çıkmasına izin vermiyorlar. Ve böylece Pran’ı kızıl khamerlere teslim olmak zorunda kalıyor. Pran, Kamboçyalı olmasına rağmen yabancıların yanında lüks bir yaşam sürmüş olduğu için işkence görüyor ve en pis işlerden sorumlu oluyor. Pran, silik bir görüntü vererek gizliden gizliye sürekli kaçış planları yapıyor. İlk kaçışında yakalanıp fena bir şekilde işkenceye maruz kalıyor. 2.nci kaçış girişiminde başarılı oluyor ve köyün birinde kızıl khamer komutanının oğluna baby sitterlık yapmaya başlıyor. Kızıl khamerler eğitimi olan Kamboçyalıları katlediyor ya da sorumluluklarına verilen zor işleri kaldıramadıklarından ölüyorlar. Öyle bir an geliyor ki kızıl khmer ordusunu küçük çocuklar oluşturmaya başlıyor. Pran’ın yanında yaşadığı, Kızıl khamerin başı, kahmerlerin yaptığı katliamı olumlu bulmuyor ve daha az hasarla işin içinden sıyrılmanın yollarını ararken farkediliyor ve öldürülüyor. Pran, Kızıl Khamaer’in başı ölmeden önce çocuğuna bir harita ve 60 usd bıraktığını fark ediyor. Pran bu haritayı kullanarak küçük oğlan ile birlikte ülke dışına kaçmayı planlıyor. Yanında birkaç kişiyi de alarak yola çıkıyor. Yolda ilerlerken çocuğu taşıyan adam yanlışlıkla mayına basıyor çocuk ile birlikte ölüyor . Pran tek başına yolculuğuna devam ediyor ve sonunda dağlardan Kamboçya sınırını geçtikten sonra kızıl haç ekibine rastlıyor. Ve sonunda , gazeteci Syndey Schanberg, Pran ile tekrar karşılaşıyor. Pran sonunda ailesi ile buluşuyor
Filmin sonunda Beatless’ın en çok sevdiğim şarkısı Imagine çalıyordu. Göz yaşlarımı tutamadım. Evet barış çok önemliydi. Dünyayı kurtarmak adına çok konuşmak yerine kendi içimizde barışı hissetmeliyiz diye düşündüm. Sonra aklıma Angelina Jolia ve Prenses Diana’nın Kamboçya için yaptıkları aklıma geldi. Dünyadaki diğer insanların dikkatini buraya çektikleri için onları takdir ettim.

Angelica Jolia Kamboçyalı bir çocuğu evlat edinerek tüm dünyaya ilham kaynağı oldu. Kamboçyalı oğluyla sokağa her çıktığında Kamboçya’da olanlara dikkat çekerek tüm insanlığa her fırsatta barışı hatırlatıyor.
Peki biz neler yapabiliriz? Bence çok büyük şeyler yapmaya gerek yok. Zira o zaman büyük şeyler yapmayı düşünüp hiçbir şey yapamama hali oluşabilir. En pratik yolun; yandaki komşumuzla, kavga anı yaşadığımızda, bizi sinirlendiren insanlarla karşılaştığımızda onlara sevgiyle bakarsak belki de dünyadaki tüm savaşı engellemiş oluruz. Kim bilir !!!!!
Kamboçya yazımı Beathles’ın çok sevdiğim parçası “İmagine” ile bitiyorum…
Sevgiler

Imagine
Imagine there's no heaven
It's easy if you try
No hell below us
Above us only sky
Imagine all the people
Living for today...

Imagine there's no countries
It isn't hard to do
Nothing to kill or die for
And no religion too
Imagine all the people
Living life in peace...

You may say i'm a dreamer
But i'm not the only one
I hope someday you'll join us
And the world will be as one

Imagine no possessions
I wonder if you can
No need for greed or hunger
A brotherhood of man
Imagine all the people
Sharing all the world...

You may say i'm a dreamer
But i'm not the only one
I hope someday you'll join us
And the world will live as one
Hayal Et
Hayal et cennetin olmadığını
Denersen bu kolay
Altımızda cehennem yok
Üstümüzde sadece gökyüzü
Hayal et bütün insanların bugün için yaşadığını

Hayal et ülkeler olmasa
Bunu yapmak zor değil
Uğruna ölücek ve ya öldürülücek bir şey yok
Hayal et bütün insanların
Barış içinde yaşadığını

Bana bir hayalci diyebilirsin
Ama ben tek değilim
Umarım bir gün sende bize katılırsın
Ve dünya tek vucüt yaşar

Hayal et mal mülk olmasa
Bunu yapabilir misin merak ediyorum
Açlığa ve aç gözlüleğe gerek yok
İnsanların kardeşliği
Hayal et bütün insanların
Dünyayı paylaştığını

Bana bir hayalci diyebilirsin
Ama ben tek değilim
Umarım bir gün sende bize katılırsın
Ve dünya tek vucüt yaşar

Siam Reap… Büyüleyici Angkor Dünyanın 7 Harikası Listesine Girebilir mi ?


Sabah 8:00 da resepsiyonda buradaki rehberimiz ile buluşacağımız konusunda bilgi aldık. Sabah güzel bir kahvaltıdan sonra bugünkü gezimiz için bize tahsis edilen minibüse bindik. Rehberimizin adı Savut’tu. Savut, rehber olmadan önce 3 sene rahiplik yapmıştı. İlk durağımızın Ta Prohm olacağını, sonrasında ise meşhur Angkor Wat’ı gezeceğimizi söyledi. Geçen sene Siem Reap’e gelen turist sayısı 2 milyon civarındaymış. Ve bu rakamı daha da arttırmayı hedefliyorlarmış. Ne yapıp yapın fazla turist gelmeden bir an evvel gelin buraları görün derim.
Neyse tekrar gezimize dönecek olursak ; Ta Phom 1188 yıllarında yapılmış. Tarihi eserlerde en dikkati çeken şey Phryom Bayon’ın doğu, batı, kuzey ve güneye bakan dört ayrı kafadan oluşan heykeli oldu.

Phryom Bayon’nun dışında taş duvarların üzerinde kalkma motiflerle süslenmiş heavenly dancer Apsara( cennet dansçısı) siluetleri ile mitolojik kahramanlar Garuda ve Deva’ya ratlamanız mümkün. Geçmiş efsaneleri 3 boyutlu motiflerle taş duvarlara resmetmişler. Taştan yapılmış tapınaklarla adeta bütünleşmiş spong adını verdikleri akasya ailesinden gelen ağaçlar var ki bunlar sanki tapınağın taşları yıkılmasın diye büyük bir çaba harcıyor gibiler. Belki de Angkor tapınaklarının uzun süre bulunamamasının sebebi Spong ağacıdır. Kim bilir? Tapınaklarla öyle bütünleşmişler ki bilmeyen burada tapınak olduğunu anlamayabilir. Bu arada ilginç diğer bir bilgi de , Spong ağacının yapısı o kadar yumuşakmış ki mobilya yapımında kullanılamıyormuş.
Ta Prohm ‘a doğru yürürken eskiden içinde sanki su olduğunu gösteren büyük boş çukur alana rastladık , çukurun orta kısmında ise bir kaç Kamboçyalı’nın bir şeyler aradığını fark ettik. Rehberimiz Savut , onların mud (çamur) balığı aradıklarını söyledi. Hepimiz şaşırmıştık . Bu kurumuş gölette balık nasıl olabilir? diye düşündük. Sonradan öğrendik ki, Muson yağmurları döneminde burası tamamen su ile dolup gölet haline geliyormuş. Çamur balıkları ise,sular çekildiğinde ise gölün tabanındaki çamurlu alandan daha derinlere giderek, bir sonraki muson yağmurları gelene kadar 6 ay burada saklanırlarmış. İşte kuru göletin ortasındaki Kamboçyalı adam da çamur balığını bulup evine yemek için götürmeye çalışıyormuş. Yalnız çamur balığı öyle sakin, munis bir balık değilmiş, yakaladığınızda doğru yerinden öldüremezseniz, zıplayıp ağzınızın içine girebilir ve dikenleri ile boğazınızı tıkayarak sizi öldürebilirmiş. Açıkcası , bu balıkların 6 ay boyunca kendini göletin tabanında saklayıp daha sonrasında muson yağmurları başladığında gölette yüzmeye başlaması gerçekten mucizevi bir olay diye düşünüyorum.

Tapınağa doğru ilerlerken Rehberimiz Savut, bize bir ağacın üzerinde birbirine yapışmış yaprak kümesini gösterdi. Yaprakların arasından sanki ipek böceğinin iplik sarmalları gibi kütleler sarkıyordu. Bir de baktık ki yaprak kümesinin etrafında bir sürü karınca var. Bir gece önce seyrettiğimiz showda bu karıncaların oluşturduğu kümenin içindeki maddeyi toplayışlarını göstermişlerdi . Açıkcası showda ne yapmaya çalıştıklarını anlayamamıştım ama buradaki karınca kümesini görünce showtaki hikaye daha anlamlı hale geldi. Önce sopaları ile yaprak kümesini dürtüklüyorlar ve bu şekilde karıncalar kaçıyor. Sonrasında ise boşalan yaprak kümesini sepetlerinin içine alıyorlardı. Tabii bazı karıncalar da insanın üstüne gelebiliyordu onları da silkinerek üzerlerinden atıyor ve topladıkları bu yaprak kümesinin içeriğini yiyecek olarak kullanıyorlardı.
Ülkede yiyecek açısından tam bir bolluk hakimdi. Şekerlerini Hindistan cevizinden üretiyorlar, topraktan bile balık çıkartabiliyorlardı. Bir sürü lezzetli meyve ve pirinçleri vardı ki, hepsinden tattık , prinçten çorba, sıcak yemek, tatlı aklınıza ne gelir ise yapabiliyorlardı.
Ta Prohm’un merkezine yaklaştığımızda muson yağmurları sırasında içi su ile dolacak olan çukur bir alandan geçtik. Burada her tapınağın ana merkezinin etrafı koruma amaçlı gölet ile çevrilmiş ve göleti geçtikten sonra merkeze varıyorsunuz. Her merkezin doğu, batı, kuzey ve güney’ bakan 4 ayrı kapısı var ve her kapının girişinde mutlaka bir Buddha heykeli yer alıyor. Savut, geçmişte Ta Phrom tapınağını inşa etmek için kullanılan taşları 60 mil öteden fillerle taşıdıklarını söyledi.

Ta Prohm’un merkezinin duvarlarındaki Buddha heykellerinin çoğu yok edilmiş. Geçmişte Angkor tapınakları uzun yıllar Budist rahipler tarafından korunmuş, savaşlar sırasında bir şekilde görünür hale geldiklerinde tapınaklardaki değerli taşların hepsi yok edilmiş. Biraz daha içerilere doğru ilerlediğimizde Tom Raider filminin çekildiği Lara Croft’un meşhur atlama sahnesinin olduğu bölüme geldik ve hemen bu alanda birer fotoğraf çektirdik. Manastırı saran ağaç dallarını izlediğinizde, dalları insan figürlerine benzetmeniz mümkün. Ana tapınağın içine girdiğinizde bir sürü arka arkaya kapıdan oluşan bölümler var ki sanki aynanın yansıması gibi görünüyorlar. Benzer mimari yapı Nepal’deki Hindu tapınaklarında da vardı.
Biraz sonra manastırın içinde özel bir bölüme girdik. Burada yüksek duvarların üzerinde irili ufaklı delikler dikkatimizi çekti. Savut, geçmişte bu deliklerin içerisinde elmasların olduğunu ve elmasların sonradan bir şekilde çalındığını söyledi. Biraz ileride farklı bir bölüme daha girdik. Burası kare şeklinde yüksek tavanlı bir yerdi. Savut buranın özel bir alan olduğunu bu alanın tüm endişelerin yok olmasına yardımcı olduğunu söyledi. Tam bana göre bir yer diye düşündüm. Bu alanın orta bölümündeki tütsülerden alarak endişelerden kurtulmayı diledim. Biraz aceleci davranmışım.

Savut, burada yapılacak özel farklı bir ritüel olduğundan bahsetti. Duvara sırtımızı yaslamamızı ve 5 saniye içinde dilek dilememizi ve son olarak ta sağ elimiz ile göğsümüze vurmamızı istedi. Dileğimizi kimse ile paylaşmamamız konusunda da uyarıda bulundu. Teker teker sırtımızı duvara dayayıp 5 saniye içinde dileğimizi diledik ve elimiz ile göğsümüze vurduk. Vurduğumuzda çok enteresan bir şey oldu. Vuruşun içimizde yarattığı titreşim sırtımızı yasladığımızda duvarda da hissediliyor ve tok bir ses çıkıyordu. Bir müddet sonra bunu oyun hale getirsek te enteresan bir deneyim oldu benim için.
Bu alandan çıktıktan sonra Savut, spong ağacı ile sarılmış taş bir duvar gösterdi. Dikkatle baktığınızda ağacın arkasına saklanmış Apsara’nın yüzü görülebiliyordu. Apsara heykelini artık kimsenin alması söz konusu olamazdı. Çünkü Sevgili Spong ağacı ona kol kanat germişti .
Ta Prohm’daki geziminiz artık sona ermişti ve dönüş yoluna doğru ilerledik.

Dönüş yolumuzda bir gölete rastladık. Sevgili Mebuse elinde su dolu küçük bir şişe ile göle doğru ilerledi. Sevgili Pınar, Mebuse’nin elindeki suyun dünyadaki suları şifalandırmayı amaçlamış bir topluluk tarafından verildiğini ve Mebuse’ninde gezip gördüğü yerlere bu şifalı suyu dökerek tüm dünyadaki suların şifalanmasına hizmet etmeyi amaçladığını söyledi. Çok güzel bir amaçtı. İleriki zamanlarda Angkor Wat’ı çevreleyen göletten geçerken Mebuse aynı konuyu benimle de paylaşacak ve benden Hindistan’daki sulara aynı sudan dökmem konusunda ricada bulunacaktı. Ben de bu ricayı memnuniyetle kabul edecektim.

Artık çıkış kapısında gelmiştik. Çıkış kapısındaki Buddha heykeline saygılarımızı sunduk. Buddha Heykelinin yanında bir de Nun ( rahibe) vardı. Bu Nun elindeki kırmızı ipliği dua okuyarak gelen kişinin bileğine takıyor ve takarken de bir dua okuyordu. Hepimiz birer iplik alıp Nun’un teker teker hepimizi okumasına izin verdik. Sonra Nun’dan dostlarıma vermek üzere 2 iplik dizimi aldım
Ta Prohm gezimiz tamamlanmıştı. Ta Prohm’un son çıkış bölümüne yaklaştığımızda kulağımıza güzel bir müzik sesi geldi. Yaklaştığımızda 8 kişilik bir ekipten oluşan Kamboçya lirikleri çalan bir grupla rastlaştık. Hepsi savaş gazileriydi. Kimisinin kolu, bacağı yoktu, kimisinin ise gözü görmüyordu. Çaldıkları müziği biraz dinledikten sonra bir miktar bağış yaptık. Bir de yaptıkları müziğin CD sini de yapmışlardı. İsteyen satın alabiliyordu.

Ta Prohm’dan sonra Banteay Kdei, Srah Srany gölüne gittik. Burası geçmişte kralın yüzdüğü yerdi nehirin kenarına heykellerle süslü özel bir platform yapmışlardı. Gölün manzarası ve platformdaki heykellerin görünüşü harikaydı.Srah Sra y’ı gölünden sonra öğlen yemeği yiyeceğimiz yere gittik. Burada tarihi eserlerin bulunduğu her yerde alış veriş tezgahları var. Hediyelik eşya almak veya kıyafetinizi tazelemek istediğinizde rahatça alış veriş yapabiliyorsunuz. Biraz pazarlık yaptıktan sonra 2 dolara tişört, 5 dolara şalvar satın alabiliyorsunuz. Satıcılar satın almak istediğinizi anlayınca discount yapmayı kendileri teklif ediyorlar. İlk söyledikleri fiyatın %40 veya %50 sine istediğiniz şeyi satın alabiliyorsunuz.
Öğlen yemeğimiz çok lezzetliydi. Ben Tom Yhan çorbası içtim ki thai yemeği sevenler bu çorbayı çok iyi bilirler karides, hindistan cevizi ve lezzetli otların karışımından oluşan bir çorbadır. Yanında mutlaka bir de pilav veriyorlar. İçindeki biberden dolayı çorba o kadar acı oluyor ki pilavsız çorba içmek imkânsız hale gelebiliyor. Yemekten sonra günlerdir beklediğimiz önemli an gelmişti. Dört tarafı sularla çevrili görkemli Angkor Wat’ı görecektik. Angkor Wat’ın ön kapısı doğuya bakıyordu. Angkor Wat tüm görkemi ile karşımızdaydı. Ön tarafta İnsanların girebildiği ve yan tarafta ise fillerin giriş yapabildiği yüksek tavanlı giriş kapısı vardı. Angkor Watın kendisi ile göldeki muhteşem yansımasını görmek bir mucizeye tanık olma hali gibiydi.

Angkor Wat’ın içerisine doğru yürüdüğümüzde ana tapınak daha görünüyor hale geldi. Ana tapınağın önünde iki ayrı gölet vardı ve gölette ana tapınağın siluetini net bir şekilde görebiliyordunuz. Savut’un söylediğine göre Angkor Wat tapınağı 358.000 kişi tarafından 37 yılda tamamlanmıştı. Ana Tapınağın içine girdiğimizde, Savut Budistler için önemli Meru dağını temsilen bir tapınak inşa edildiğinden bahsetti. Meru dağı Budistler için cennet yer, vaat edilmiş topraklardı. Savut, cenneti deneyimlemek isteyen beni takip etsin dedi ve hep birlikte Meru dağına çıkış noktasına geldik.

Meru dağının çıkışı zorluydu, bir sürü basamağı olan dik bir merdivenden Meru dağına çıktık. Angkor Wat tapınağının Meru dağından görünüşü çok etkileyiciydi. Cennetin dört ayrı kapısında 4 ayrı Buddha heykeli yerleştirilmişti. Hepsine ayrı ayrı giderken saygılarımı sunup dua ettim. Meru dağına çıkmak her yiğidin harcı değildi. Bu fırsattan faydalanmak iyi olacaktı !!!!!!
Savut, Meru dağı dışında Meru dağının iç kısmında arkeolojik çalışmalar sırasında küller bulunduğunu ve bu küllerin Angkor kralına ait olduğunun düşünüldüğünü söyledi. Angkor Wat tapınağındaki gezimizi tamamladığımızda saat 15:30’du.
Hava biraz puslu olduğu için bugünkü gezimiz son etabı güneşin batışını Bakan Hill’den seyretmeyi benden başka kimse istemedi. Ben ise buranın en yüksek yeri (800m) olarak bilenen Bakan Hill’i görmek istiyordum.

Rehberimiz Savut, beni Bakan hill’e götürecek bir tuk tuk ayarladığını söyledi. Bakan Hill’deki işim bitince aynı tuk tuk beni otele bırakacaktı. Savut’a çok teşekür ettim ve Angor Watt’ın tam karşısındaki Angkor cafe’de kendime dondurma ısmarladım. Vakit geldiğinde cafenin önünde beni bekleyen tuk tuk’a bindim ve beni Bakan Hill’in eteklerine getirdi. Bakan Hill’e çıkışım 15 dakika kadar sürdü. İsteyen çıkarken fille de binebiliyordu ama ben yürüyerek çıkmayı tercih ettim. Tepeye çıktığımda benden önce bir sürü kişinin güneş batımı için orada toplandığını gördüm. Fotoğrafçılar fotoğraf makinalarının ayaklarını hazırlıyorlardı ama pek bir şey görme olasılığımız yoktu ki öyle de oldu güneş bulutların arasında kızıllaştı ve sonra yok oldu. İnişe geçtiğimde Türkçe sesler kulağıma geldi bir de baktım ki Mahfi Eğilmez. O da Kamboçya’yı gezmeye gelmişti.
Tuk tuk ile otele vardığımda saat 18:30 ve bu saat bizim yemeğe çıkış zamanıydı. Biraz geç kalmıştım !! Işık hızı ile yukarı çıkıp duş aldıktan sonra hemen aşağıya resepsiyona indim. Bu akşamda açık büfe akşam yemeği verilen güzel bir restaurantta gittik. Kendime tempuralardan bir ziyafet çektim. Yemekten sonra şehrin içindeki gece marketi ziyarete edip bir cafede oturup keyif yaptık. Ertesi sabah saat 5:15’de güneşin doğuşunu seyretmek için Angkor Wat’a gideceğimizden çok fazla zaman geçirmeden doğruca otele vardık.

Ertesi sabah saat 5:00 de uyanıp Angkor Wat’ta güneşin doğuşunu görebileceğimiz güzel bir yere gittik. Güneşin doğuşuna daha bir saat vardı. Saat 6:45 gibi güneş göründü. Angwar Wat, güneş ve Angkor Wat’ın göldeki silueti gerçekten çok güzeldi. Aynı anda 2 güneşin doğuyor gibi görünüyordu. Yukarıda Angkor, ortada Nilüfer çicekleri ve gölün içinde Angkor’un silüeti ve hem gölün içinde hem de üstünde 2 ayrı güneş gerçekten görüntü muhteşemdi. Güneşin doğuşunu seyrettikten sonra Angkor Wat’ın karşısındaki bir cafede kahvaltımızı yaptık. Sonrasında ise bir saatlik mesafede olan Banteay Srei’ye doğru yola çıktık. Yolda hepimiz uykuya teslim olmuştuk.
Banteay Srei vardığımızda Savut buranın hikayesini bizimle paylaştı. Buradaki meşhur Apsara heykelinin kazı çalışmaları sırasında Fransız arkeologist tarafından alınıp Paris’e götürüldüğünü ve şimdi Louvre müzesinde sergilendiğini söyledi. Savut bu duruma içerlemiş gibiydi sanki. Doğrulamak için Savut’a birkaç soru daha sordum. Evet Savut bu duruma gerçekten içerlemişti. Hükümetlerinin Fransa’dan talepte bulunduklarını ancak Fransa hükümeti, Apsaranın geri iadesi için Kamboçya’da ki rejimin stabil hale gelmesini şart koşmuştu. Savut, ülkedeki mevcut rejimin stabil hale gelmesini imkansız olarak gördüğünden Apsara heykelinin Kamboçya’ya hiçbir zaman gelemeyeceğini düşünüyordu. Ben de ona bu duruma istersen farklı bir açıdan bakabilirsin dedim. İnsanlar Paris’teki Louvre müzesinde her Apsara’yı gördüklerinde Kamboçya’yı hatırlayacak hem burası için neler yapabilecekleri konusunda kafa yormaya başlayacak belki de Apsara’nın geldiği yeri daha etraflıca tanımak için Kamboçya’ya gelmek isteyecekler ve böylece Kamboçya’nın daha da kalkınacağını söyledim. Sadece gülümsedi. Söylediklerime pek inanmadığını hissettim. Ama ne yapalım. Türkiye’de de benzer şeyler oluyor bize ait bir çok şey yurt dışındaki müzelerde ve bu kıymetli hazineleri görenler bu eserlerin geldiği yeri ve oranın halkını tanımak için bol bol bizi ziyarete geliyorlar. Ve o tarihlerde olanlar tekrar tekrar hatırlanıyor ve her zaman akıllarda kalmamız sağlanıyor. Bence tarihi eserlerin hepsi tüm evrene ait ve bizler sadece geçici olarak sahip oluyoruz.

Banteay Srei’ dan sonra Kamboçya’da bir köyün hayatını tecrübelemek adına yolumuzun üzerindeki bir köyün önünde durduk. Savut, bize Hindistan cevizinin dişi ve erkek olan meyvesini gösterdi. Erkek olanın meyvesinden şeker üretiyorlardı. Sonra o köy yakınında yetişen meyveleri gördük. Kajunun meyvesi çok değişikti ve enteresan bir hikayesi vardı. Evvel zaman içinde kambur saman içindeyken tüm meyveler aralarında konuşuyorlarmış. Kaju akşam eve gittiğinde karısının kendisini içeriye almadığını anlatmış. Karısının kendisini eve almama sebebi için ise; diğerlerinin akşam belli bir saatte akşam eve geldiklerini ama kendisinin hep dışarıda takıldığını ve bu yüzden onu artık eve almak istemediğini söylemiş. Gerçekten de kaju meyvesinin çekirdeği diğer meyveler gibi meyvenin içinde değil yarısı içeride, yarısı dışarıda yer alıyor.

Köyden sonraki ilk durağımız Angkor Thom’du. Angkor thom’un dört tarafı 4 ayrı havuz ile çevriliydi. Eskiden burası şifa merkezi olarak kullanılıyormuş. Her havuz bir elementi temsil ediyormuş. Giriş kapısına bakan havuz, su elementini temsil ediyor ve havuzun tapınak kapısında su elementini temsilen Fil heykeli bulunuyordu. Sola doğru ilerlediğinizde ise toprak elementini temsil eden havuz ve yine toprak elementini temsilen insan heykeli bulunmaktaydı. Toprak elementini temsil eden havuzun sol tarafında ise ateş elementini temsil eden havuz ve tapınak girişinde aslan başı heykeli, son havuz ise hava elementini temsil etmekte ve burada da hava elementini temsilen at başı yer alıyordu. Ana tapınak ve elementleri temsil eden havuzlar dışında bir de şifanın gerçekleştiği Chamber vardı ki maalesef ki burası şu an çöplük olarak kullanılıyordu.
Şifa merkezinden sonra öğlen yemeğimizi yedik ve hem dinlenmek hem de öğlen sıcağından kurtulmak için otele gittik. Otele gider gitmez banyo aldıktan sonra 2 ,5 saat güzel bir uyku çektim. Artık günün diğer yarısına hazırdım...

Saat 16:00’da ilk durağımız Bayon Temple’a doğru yola çıktık. Bayon Temple gerçekten çok etkiliyici bir yerdi. Bayon, Buddha’nın reenkarnasyonlarından biriymiş. Tapınağın tamamı ilk yapıldığında 54 adet Bayon heykeli varken şimdi bu sayı 35’e inmiş. Angkor krallığına ait efsaneler tapınağın duvarlarına 3 boyutlu olarak resmedilmişti. Kamboçya’da Angwar Wattan sonra beni en çok etkileyen yer burası oldu. Tapınak, Empati, Şefkat, Sakinlik ve Nazik olmayı temsil ediyormuş. Tapınağın içerisine girdiğimizde dört yöne bakan Bayon başının oturtulduğu taştan kuleler yer alıyordu.

Savut burada hileli de olsa Buddha ile burun buruna bir fotoğrafımı çekti.
Bayon temple’dan sonra Elephant Terrace ‘a doğru hareket ettik. Geçmişte krallar Elephant terrace oturup dans gösterilerini izlermiş. Teras bölümünün taş duvarlarına yine seramik kabartması andıran taştan oyma fil şekilleri yapmışlardı.

Elephant terrace’dan sonra Kamboçya’daki tapınak gezimiz sona ermişti. Savut, tüm Angkor Wat tapınakların 1000 adet olduğunu Söyledi. Hepsini gezip derseniz bir ömür Kamboçya’da geçirmeniz gerekiyor ki bu da imkansız.
O akşam akşam yemeğinden sonra şehir merkezine pubların olduğu bölüme gittik. Kendime Kamboçya anısı olarak heavenly dancer Apsara ile Buddha heykeli aldım.

Hep birlikte bir pubta oturup son gecemizi kutladıktan sonra otele gittik. Ertesi gün 8:00’da Thailand’a Koh chang adasına gitmek üzere yola çıkacaktık.
Kamboçya’da hem otelimizin sahibi hem rehberimizi hem minibüsün şöförü çok iyiydi, bize çok yardımcı oldular. Aynı şekilde Kamboçya’dan Thailand’a geçişimizde tereyağından iplik çeker gibi oldu. Çok şanslıydık çok güzel bir organizasyon olmuştu. Herkese tavsiye ederim. Sevgili Pınar seneye de benzer geziyi organize etmeyi planlıyor . ilgilenenler www.iyiinsanlariçin.com’u ziyaret edebilirler.
Sevgiler