27 Nisan 2011 Çarşamba

Bangan’da Yeni Farkındalıklara Doğru…


22 Şubat 2011, Bangan’da ikinci ve son günümüz. Akşam çok güzel bir uyku çektik. Kaldığımız otel sabah kahvaltısını etrafı tropikal ağaçlarla çevrili yemyeşil çimenlerin olduğu bahçede hazırlamıştı. Otel çalışanları etrafımızda dört dönüyorlardı. Muhteşem bir kahvaltı yaptık. Bu güzel keyifli kahvaltıdan sonra hep birlikte otobüs ile Ananda tapınağına gittik. Burası Burma’nın en muhteşem temple’i olarak biliniyordu. Dün güneş batarken pagoda tarlasında en çok dikkatimi çeken pagoda burasıydı. Ananda’nında diğerleri dört ayrı kapısı vardı ve bu kapıların girişinde Buddha heykeli yer alıyordu. Buddha heykelleri pagodanın iç kısmındaydı. Bu kısmın etrafında 3 ayrı bölüm vardı. Her layer 1.5 metrelik koridorlardan oluşuyordu. Ve koridorların duvarlarının içi yer yer oyulmuş ve içlerine Buddha heykelleri yerleştirilmişti. Ayrıca duvarlarda silik desenler vardı ama bunların ne olduğu anlaşılmıyordu. Geçmişte bu izlerin üstünde orijinal Buddha heykelleri ve kutsal sembollerin olduğu kesindi. Büyük bir ihtimalle bu özel desenler insanlar tarafından kazılıp alınmıştı. Tapınağın ana giriş kapısından içeriye girdiğinizde başta da yazdığım gibi 3 ayrı bölümden geçiyorsunuz. İlk bölümden geçerken Buddha heykelinin suratına baktığınızda yüzünün gülümsediğini fark ediyorsunuz. İçeriye doğru ilerlediğinizde bu gülümseme tamamen yok oluyor. Diğer pagodalarda yaptığım gibi dört kapıda da yer alan Buddha’ya saygılarımı sunup küçük bir meditasyon yaptım. Üçüncü Buddha’ya gelirken bir rahibin ilahi söyleyen sesini duydum ve Buddha heykelinin önüne geldiğimde birkaç rahip ve rahibeden oluşan küçük grubun Buddha saygılarını sunduktan sonra ilahi okuduğunu gördüm. İlahiyi dinlemek için yere oturdum ve kısa bir meditasyon yaptım. Meditasyon yaparken, Ashın Tejanıya’nın kitabının giriş bölümünde yazılanlar birden aklıma geldi. Zaman zaman aklımızdan geçirdiğimiz veya günlük hayatta kullandığımız bir takım cümle kalıplarına dikkatimizi çekiyordu. Örneğin,
Bu ışıklar günün bu zamanında yanmamalı; Onun davranışları çok rahatsız edici, Ben daha hızlı yaparım, dünkü meditasyonum çok iyiydi ama bugünkü ? ;O çok bencil ve ilgisiz; Niye bunlar hep benim başıma geliyor?; Birisi benim yerime oturmuş; O çok güzel, O çok alımlı; Biraz daha salata yemek istiyorum; Diğerleri çılgın olduğumu düşünüyor ama ben aslında çılgın değilim; gibi Tüm bu sözlerin kaynağının bağımlılık, kızgınlık, öfke, gurur vb. gibi durumların olduğundan bahsediyordu. Ve bunlara dikkat etmemizi öneriyordu. . Ayrıca bazı sorular da soruyordu. Örneğin;
Bazen patronunuz, eşiniz ve dostunuz hakkında negatif konuştuğunuz oluyor mu?; ( Benim yanıtım: oooo bir çok kez) ; Kızmış olduğunuz halde karşınızdakine kızgınlığınızı paylaşmadığınız oldu mu?; ( Benim Yanıtım: Deli misin bir çok kez); Size yardımcı olan sizin için bir şeyler yapan kişilerle özellikle çok tatlı konuştuğunuz oldu mu? ( Benim Yanıtım: Bolcana.. Ne yani farklı bir alternatif mi söz konusu) İste tüm bu durumların kaynağını da bağımlılıklar, kızgınlık, öfke, gurur v.s oluşturduğunu ve bunların bir an evvel farkedilmesinin iyi olacağına işaret etiyordu. Meditasyonum sırasında bu konu ile ilgili bana gelen his şöyle idi; O kadar önemli ve kutsalız ki aslında kendimizi daha önemli yapmak adına yukarıda yazmış olduğum cümleleri sarf etmeye veya aklımızdan geçirmeye gerçekten gerek var mı? .. Ve sonra sanki bir şey bana bir soru verdi. Tüm bunlardan algıların ötesini farkına varmak adına vazgeçebilir misin?. İçimden başka bir ses ise evet tabii ki vazgeçebilirim. Algılarımın ötesini görmek için bunlardan fedakarlık edebilirim. Evet buna tamamıyla hazırdım. Kendimi çok iyi hissetmiştim. Bu sırada rahipte ilahesini bitirmişti. Kısa bir zaman zarfında bu büyük farkındalık için şükrettim. Ve Tapınağın giriş kapısına doğru rutin turumu tamamladım. Tam tapınağın ana giriş kapısından dışarıya adım atacaktım ki basamağın dibinde bir sürü kuş tüyleri gördüm. Hafif hafif salınıyorlardı. Evet bu içimde güzel bir şeyin başladığının işareti olabilirdi.
Ananda’dan sonra Tinlo Minto Tapınağına uğradık. Artık tüm pagodalar birbirine benzemeye başlamıştı. Girişte hediyelik eşya satılan bölüm, sonrasında kuzey, güney, batı ve doğuya bakan 4 ayrı giriş kapısı ve her bir kapının girişinde dev Buddha heykelleri ile bir sürü begonyalarla bezenmiş güzel pagoda bahçesi.

Tinlo Minti tapınağından sonra Manuha tapınağına geldik. Bu pagodaya kralın ismini vermişlerdi. Buranın enteresan bir hikâyesi var. Rivayete göre; Burma’da yaşayan bir krala, diğer bir kral Buddha öğretilerinin yer aldığı tabletleri vermeyi taahhüt ediyor. Ve tabletleri alacak olan kralda bir pagoda inşa ettirmeye başlıyor. Ancak sonradan tabletleri verecek olan , kral sözünden geri dönüyor ve tabletleri göndermiyor Bunun üzerine diğer kral, bu tabletleri çalıyor. Çaldıktan sonra da yakalanıyor ve hapse atılıyor. Daha sonrasında ise hapisten çıkan Kral, hapisteki sıkıntılı günlerini ifade edebilmek için bu tapınağı inşa ettiriyor ve içindeki Buddha heykellerini hapisteki anılarını temsilen bina içinde sıkışmış kalmış görüntüsünü vermek için büyük Buddha heykelleri yaptırıyor.
Her zamanki gibi tapınağın etrafından tur atarken bir başka bölüm dikkatimi çekti. Bu bölümde yatan bir Buddha heykeli konulmuştu. Ve yatan Buddha’nın göğüs kısmında küçücük bir monk bordo renkli kıyafeti ile oturmuş mumları yakıyordu. Çok şirin bir monktu. Buddha heykeli ile birlikte çok büyülü bir görüntü oluşturuyordu. Bol bol fotoğraf çektim.
Tapınak çıkışı öğlen yemeğimizi sun set isimli bir restaurantta yedik. Burada yediğim öğlen yemeği şimdiye kadar yediklerimin en iyisiydi. Buralara gelirseniz mutlaka buraya uğrayın. Ayeyarwaddy nehrine bakan güzel bir manzarası var.

Öğlen yemeğinden sonra hem dinlenmek hem de yakıcı öğlen güneşinden kurtulmak adına otele gidip bir güzel dinlendik. Öğlen uykusunda sonra Bagan’daki bir köyü ziyarete gittik. Bizi Noni isimli genç bir kız karşıladı. İstersek köyü dolaştıracağını söyledi. Köyde 1200 ev vardı ve hepsi de çiftçilikle geçiniyorlardı. Fıstık, susam ve pamuk yetiştiriyorlardı. Ürünlerini topladıktan sonra köylerine getirip satışa hazır hale getiriyorlardı. Örneğin; susam ve fıstıktan yağ yapıyorlar, pamukları eğirip lonji, çanta, örtü dokuyarak bunları pazarda satıyorlardı. Tarlalarını ise halen ilkel yöntemlerle sürüyorlardı. Kulakları eşek kulağına benzeyen ineklerle tarlalarını sürüyorlardı. Gruptakilerin bir kısmı geçen seneden hazırlıklı olduklarından köydeki ailelere vermek üzere bir sürü hediye getirmişlerdi. Semra ile ben acemi çaylak olarak İstanbul’dan yanımızda getirdiğimiz çikolata, badem ve kuruyemişli barları çocuklara dağıttık. Verdiklerimizi ceplerine koyuyorlar, yemiyorlardı. Semra büyük bir ihtimalle aileleri ile paylaşmak için yemediklerini söyledi ki doğru olabilirdi.

Köy halkının evleri ufacıktı, evler mutfak, yatak odası ve varendadan oluşuyordu. Bizi gezdiren Burmalı Noni’de tarlada çalışıyordu. İngilizceyi orta düzeyde konusuyordu, söylediğine göre okulda öğrenmişti. Bana ingilizcesini anlayıp anlamadığımı sordu. Çok iyi anladığımı ve güzel konuştuğunu söylediğimde ise çok sevindi .
Aklımız bizden hediye ve yiyecek almak için çırpınan o güzel Burmalı çocuklarda kalarak köyden uzaklaştık. Hepimiz cömertliğimizi ifade edebildiğimiz için hem mutluyduk hem de daha fazla bir şeyler yapamamanın verdiği üzüntü ve durgunluk içindeydik. Ülkeleri çeşitli milletler tarafından sıklıkla el değiştirmiş olmasına rağmen yine de çok mutlular, çünkü yaşamaları için gerekli her şeyi kendileri yetiştiriyor veya yapıyorlar yani kimseye ihtiyaçları yok. Basit rahat ve mutu bir hayat yaşıyorlar. Bizi mutsuz eden politik değişikliklerden çok, daha fazla hırs ve daha fazla güzel şeylere sahip olma isteği olabilir mi ? Ne dersiniz?
Güneşin batmasına yakın Dhamma Yazika pagodasına gittik. Bu pagoda da çok güzeldi.

Pagodanın kubbesi altın yaldızlarla kaplanmıştı. Burada güneşin batışını seyredebilmek için pagodanın tepesine tırmandık. Bu sefer hava biraz bulutluydu ve güneşin batışını net bir şekilde izleyemedik. Yine de pagodalar, güneşin puslu batışı sırasında çok güzel görünüyorlardı. .
Dhamma’dan sonra dosdoğru otelimize gidip kıyafetlerimizi değiştirip kukla gösterilerinin de yer aldığı Nanda restauranta akşam yemeğimizi yemeye gittik. Yemekler burada da çok lezzetliydi. Yemeğin sonuna doğru köydeki insanlardan satın aldığım sigar’ı gruptakilerle paylaştım. Sigar el yapımı ve organikti. Tütün olarak İçerisinde tütün, mısır koçanı, palmiye yaprakları, tabacco, bal bulunuyordu. Organik olmasına rağmen biraz fazla içince kafa yapıyordu. İçerisinde bize bahsettiklerinden farklı şeyler olabilir mi diye aklımdan geçirmedim desem yalan olur. Bu sigarı satan ve aynı zamanda içen teyze 80 yaşında ve sağlıklıydı, bu yüzden içinde kötü bir şey olma ihtimali yoktu.
Yemeğimizi yedikten sonra tekrar otele döndük ve ertesi sabah saat 6:30’da Mandalay’a gitmek üzere yola çıkacaktık. Yine az uykulu bir gece olacaktı.
Şimdilik Hoşçakalın
Sevgiler

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder