27 Nisan 2011 Çarşamba

Siam Reap… Büyüleyici Angkor Dünyanın 7 Harikası Listesine Girebilir mi ?


Sabah 8:00 da resepsiyonda buradaki rehberimiz ile buluşacağımız konusunda bilgi aldık. Sabah güzel bir kahvaltıdan sonra bugünkü gezimiz için bize tahsis edilen minibüse bindik. Rehberimizin adı Savut’tu. Savut, rehber olmadan önce 3 sene rahiplik yapmıştı. İlk durağımızın Ta Prohm olacağını, sonrasında ise meşhur Angkor Wat’ı gezeceğimizi söyledi. Geçen sene Siem Reap’e gelen turist sayısı 2 milyon civarındaymış. Ve bu rakamı daha da arttırmayı hedefliyorlarmış. Ne yapıp yapın fazla turist gelmeden bir an evvel gelin buraları görün derim.
Neyse tekrar gezimize dönecek olursak ; Ta Phom 1188 yıllarında yapılmış. Tarihi eserlerde en dikkati çeken şey Phryom Bayon’ın doğu, batı, kuzey ve güneye bakan dört ayrı kafadan oluşan heykeli oldu.

Phryom Bayon’nun dışında taş duvarların üzerinde kalkma motiflerle süslenmiş heavenly dancer Apsara( cennet dansçısı) siluetleri ile mitolojik kahramanlar Garuda ve Deva’ya ratlamanız mümkün. Geçmiş efsaneleri 3 boyutlu motiflerle taş duvarlara resmetmişler. Taştan yapılmış tapınaklarla adeta bütünleşmiş spong adını verdikleri akasya ailesinden gelen ağaçlar var ki bunlar sanki tapınağın taşları yıkılmasın diye büyük bir çaba harcıyor gibiler. Belki de Angkor tapınaklarının uzun süre bulunamamasının sebebi Spong ağacıdır. Kim bilir? Tapınaklarla öyle bütünleşmişler ki bilmeyen burada tapınak olduğunu anlamayabilir. Bu arada ilginç diğer bir bilgi de , Spong ağacının yapısı o kadar yumuşakmış ki mobilya yapımında kullanılamıyormuş.
Ta Prohm ‘a doğru yürürken eskiden içinde sanki su olduğunu gösteren büyük boş çukur alana rastladık , çukurun orta kısmında ise bir kaç Kamboçyalı’nın bir şeyler aradığını fark ettik. Rehberimiz Savut , onların mud (çamur) balığı aradıklarını söyledi. Hepimiz şaşırmıştık . Bu kurumuş gölette balık nasıl olabilir? diye düşündük. Sonradan öğrendik ki, Muson yağmurları döneminde burası tamamen su ile dolup gölet haline geliyormuş. Çamur balıkları ise,sular çekildiğinde ise gölün tabanındaki çamurlu alandan daha derinlere giderek, bir sonraki muson yağmurları gelene kadar 6 ay burada saklanırlarmış. İşte kuru göletin ortasındaki Kamboçyalı adam da çamur balığını bulup evine yemek için götürmeye çalışıyormuş. Yalnız çamur balığı öyle sakin, munis bir balık değilmiş, yakaladığınızda doğru yerinden öldüremezseniz, zıplayıp ağzınızın içine girebilir ve dikenleri ile boğazınızı tıkayarak sizi öldürebilirmiş. Açıkcası , bu balıkların 6 ay boyunca kendini göletin tabanında saklayıp daha sonrasında muson yağmurları başladığında gölette yüzmeye başlaması gerçekten mucizevi bir olay diye düşünüyorum.

Tapınağa doğru ilerlerken Rehberimiz Savut, bize bir ağacın üzerinde birbirine yapışmış yaprak kümesini gösterdi. Yaprakların arasından sanki ipek böceğinin iplik sarmalları gibi kütleler sarkıyordu. Bir de baktık ki yaprak kümesinin etrafında bir sürü karınca var. Bir gece önce seyrettiğimiz showda bu karıncaların oluşturduğu kümenin içindeki maddeyi toplayışlarını göstermişlerdi . Açıkcası showda ne yapmaya çalıştıklarını anlayamamıştım ama buradaki karınca kümesini görünce showtaki hikaye daha anlamlı hale geldi. Önce sopaları ile yaprak kümesini dürtüklüyorlar ve bu şekilde karıncalar kaçıyor. Sonrasında ise boşalan yaprak kümesini sepetlerinin içine alıyorlardı. Tabii bazı karıncalar da insanın üstüne gelebiliyordu onları da silkinerek üzerlerinden atıyor ve topladıkları bu yaprak kümesinin içeriğini yiyecek olarak kullanıyorlardı.
Ülkede yiyecek açısından tam bir bolluk hakimdi. Şekerlerini Hindistan cevizinden üretiyorlar, topraktan bile balık çıkartabiliyorlardı. Bir sürü lezzetli meyve ve pirinçleri vardı ki, hepsinden tattık , prinçten çorba, sıcak yemek, tatlı aklınıza ne gelir ise yapabiliyorlardı.
Ta Prohm’un merkezine yaklaştığımızda muson yağmurları sırasında içi su ile dolacak olan çukur bir alandan geçtik. Burada her tapınağın ana merkezinin etrafı koruma amaçlı gölet ile çevrilmiş ve göleti geçtikten sonra merkeze varıyorsunuz. Her merkezin doğu, batı, kuzey ve güney’ bakan 4 ayrı kapısı var ve her kapının girişinde mutlaka bir Buddha heykeli yer alıyor. Savut, geçmişte Ta Phrom tapınağını inşa etmek için kullanılan taşları 60 mil öteden fillerle taşıdıklarını söyledi.

Ta Prohm’un merkezinin duvarlarındaki Buddha heykellerinin çoğu yok edilmiş. Geçmişte Angkor tapınakları uzun yıllar Budist rahipler tarafından korunmuş, savaşlar sırasında bir şekilde görünür hale geldiklerinde tapınaklardaki değerli taşların hepsi yok edilmiş. Biraz daha içerilere doğru ilerlediğimizde Tom Raider filminin çekildiği Lara Croft’un meşhur atlama sahnesinin olduğu bölüme geldik ve hemen bu alanda birer fotoğraf çektirdik. Manastırı saran ağaç dallarını izlediğinizde, dalları insan figürlerine benzetmeniz mümkün. Ana tapınağın içine girdiğinizde bir sürü arka arkaya kapıdan oluşan bölümler var ki sanki aynanın yansıması gibi görünüyorlar. Benzer mimari yapı Nepal’deki Hindu tapınaklarında da vardı.
Biraz sonra manastırın içinde özel bir bölüme girdik. Burada yüksek duvarların üzerinde irili ufaklı delikler dikkatimizi çekti. Savut, geçmişte bu deliklerin içerisinde elmasların olduğunu ve elmasların sonradan bir şekilde çalındığını söyledi. Biraz ileride farklı bir bölüme daha girdik. Burası kare şeklinde yüksek tavanlı bir yerdi. Savut buranın özel bir alan olduğunu bu alanın tüm endişelerin yok olmasına yardımcı olduğunu söyledi. Tam bana göre bir yer diye düşündüm. Bu alanın orta bölümündeki tütsülerden alarak endişelerden kurtulmayı diledim. Biraz aceleci davranmışım.

Savut, burada yapılacak özel farklı bir ritüel olduğundan bahsetti. Duvara sırtımızı yaslamamızı ve 5 saniye içinde dilek dilememizi ve son olarak ta sağ elimiz ile göğsümüze vurmamızı istedi. Dileğimizi kimse ile paylaşmamamız konusunda da uyarıda bulundu. Teker teker sırtımızı duvara dayayıp 5 saniye içinde dileğimizi diledik ve elimiz ile göğsümüze vurduk. Vurduğumuzda çok enteresan bir şey oldu. Vuruşun içimizde yarattığı titreşim sırtımızı yasladığımızda duvarda da hissediliyor ve tok bir ses çıkıyordu. Bir müddet sonra bunu oyun hale getirsek te enteresan bir deneyim oldu benim için.
Bu alandan çıktıktan sonra Savut, spong ağacı ile sarılmış taş bir duvar gösterdi. Dikkatle baktığınızda ağacın arkasına saklanmış Apsara’nın yüzü görülebiliyordu. Apsara heykelini artık kimsenin alması söz konusu olamazdı. Çünkü Sevgili Spong ağacı ona kol kanat germişti .
Ta Prohm’daki geziminiz artık sona ermişti ve dönüş yoluna doğru ilerledik.

Dönüş yolumuzda bir gölete rastladık. Sevgili Mebuse elinde su dolu küçük bir şişe ile göle doğru ilerledi. Sevgili Pınar, Mebuse’nin elindeki suyun dünyadaki suları şifalandırmayı amaçlamış bir topluluk tarafından verildiğini ve Mebuse’ninde gezip gördüğü yerlere bu şifalı suyu dökerek tüm dünyadaki suların şifalanmasına hizmet etmeyi amaçladığını söyledi. Çok güzel bir amaçtı. İleriki zamanlarda Angkor Wat’ı çevreleyen göletten geçerken Mebuse aynı konuyu benimle de paylaşacak ve benden Hindistan’daki sulara aynı sudan dökmem konusunda ricada bulunacaktı. Ben de bu ricayı memnuniyetle kabul edecektim.

Artık çıkış kapısında gelmiştik. Çıkış kapısındaki Buddha heykeline saygılarımızı sunduk. Buddha Heykelinin yanında bir de Nun ( rahibe) vardı. Bu Nun elindeki kırmızı ipliği dua okuyarak gelen kişinin bileğine takıyor ve takarken de bir dua okuyordu. Hepimiz birer iplik alıp Nun’un teker teker hepimizi okumasına izin verdik. Sonra Nun’dan dostlarıma vermek üzere 2 iplik dizimi aldım
Ta Prohm gezimiz tamamlanmıştı. Ta Prohm’un son çıkış bölümüne yaklaştığımızda kulağımıza güzel bir müzik sesi geldi. Yaklaştığımızda 8 kişilik bir ekipten oluşan Kamboçya lirikleri çalan bir grupla rastlaştık. Hepsi savaş gazileriydi. Kimisinin kolu, bacağı yoktu, kimisinin ise gözü görmüyordu. Çaldıkları müziği biraz dinledikten sonra bir miktar bağış yaptık. Bir de yaptıkları müziğin CD sini de yapmışlardı. İsteyen satın alabiliyordu.

Ta Prohm’dan sonra Banteay Kdei, Srah Srany gölüne gittik. Burası geçmişte kralın yüzdüğü yerdi nehirin kenarına heykellerle süslü özel bir platform yapmışlardı. Gölün manzarası ve platformdaki heykellerin görünüşü harikaydı.Srah Sra y’ı gölünden sonra öğlen yemeği yiyeceğimiz yere gittik. Burada tarihi eserlerin bulunduğu her yerde alış veriş tezgahları var. Hediyelik eşya almak veya kıyafetinizi tazelemek istediğinizde rahatça alış veriş yapabiliyorsunuz. Biraz pazarlık yaptıktan sonra 2 dolara tişört, 5 dolara şalvar satın alabiliyorsunuz. Satıcılar satın almak istediğinizi anlayınca discount yapmayı kendileri teklif ediyorlar. İlk söyledikleri fiyatın %40 veya %50 sine istediğiniz şeyi satın alabiliyorsunuz.
Öğlen yemeğimiz çok lezzetliydi. Ben Tom Yhan çorbası içtim ki thai yemeği sevenler bu çorbayı çok iyi bilirler karides, hindistan cevizi ve lezzetli otların karışımından oluşan bir çorbadır. Yanında mutlaka bir de pilav veriyorlar. İçindeki biberden dolayı çorba o kadar acı oluyor ki pilavsız çorba içmek imkânsız hale gelebiliyor. Yemekten sonra günlerdir beklediğimiz önemli an gelmişti. Dört tarafı sularla çevrili görkemli Angkor Wat’ı görecektik. Angkor Wat’ın ön kapısı doğuya bakıyordu. Angkor Wat tüm görkemi ile karşımızdaydı. Ön tarafta İnsanların girebildiği ve yan tarafta ise fillerin giriş yapabildiği yüksek tavanlı giriş kapısı vardı. Angkor Watın kendisi ile göldeki muhteşem yansımasını görmek bir mucizeye tanık olma hali gibiydi.

Angkor Wat’ın içerisine doğru yürüdüğümüzde ana tapınak daha görünüyor hale geldi. Ana tapınağın önünde iki ayrı gölet vardı ve gölette ana tapınağın siluetini net bir şekilde görebiliyordunuz. Savut’un söylediğine göre Angkor Wat tapınağı 358.000 kişi tarafından 37 yılda tamamlanmıştı. Ana Tapınağın içine girdiğimizde, Savut Budistler için önemli Meru dağını temsilen bir tapınak inşa edildiğinden bahsetti. Meru dağı Budistler için cennet yer, vaat edilmiş topraklardı. Savut, cenneti deneyimlemek isteyen beni takip etsin dedi ve hep birlikte Meru dağına çıkış noktasına geldik.

Meru dağının çıkışı zorluydu, bir sürü basamağı olan dik bir merdivenden Meru dağına çıktık. Angkor Wat tapınağının Meru dağından görünüşü çok etkileyiciydi. Cennetin dört ayrı kapısında 4 ayrı Buddha heykeli yerleştirilmişti. Hepsine ayrı ayrı giderken saygılarımı sunup dua ettim. Meru dağına çıkmak her yiğidin harcı değildi. Bu fırsattan faydalanmak iyi olacaktı !!!!!!
Savut, Meru dağı dışında Meru dağının iç kısmında arkeolojik çalışmalar sırasında küller bulunduğunu ve bu küllerin Angkor kralına ait olduğunun düşünüldüğünü söyledi. Angkor Wat tapınağındaki gezimizi tamamladığımızda saat 15:30’du.
Hava biraz puslu olduğu için bugünkü gezimiz son etabı güneşin batışını Bakan Hill’den seyretmeyi benden başka kimse istemedi. Ben ise buranın en yüksek yeri (800m) olarak bilenen Bakan Hill’i görmek istiyordum.

Rehberimiz Savut, beni Bakan hill’e götürecek bir tuk tuk ayarladığını söyledi. Bakan Hill’deki işim bitince aynı tuk tuk beni otele bırakacaktı. Savut’a çok teşekür ettim ve Angor Watt’ın tam karşısındaki Angkor cafe’de kendime dondurma ısmarladım. Vakit geldiğinde cafenin önünde beni bekleyen tuk tuk’a bindim ve beni Bakan Hill’in eteklerine getirdi. Bakan Hill’e çıkışım 15 dakika kadar sürdü. İsteyen çıkarken fille de binebiliyordu ama ben yürüyerek çıkmayı tercih ettim. Tepeye çıktığımda benden önce bir sürü kişinin güneş batımı için orada toplandığını gördüm. Fotoğrafçılar fotoğraf makinalarının ayaklarını hazırlıyorlardı ama pek bir şey görme olasılığımız yoktu ki öyle de oldu güneş bulutların arasında kızıllaştı ve sonra yok oldu. İnişe geçtiğimde Türkçe sesler kulağıma geldi bir de baktım ki Mahfi Eğilmez. O da Kamboçya’yı gezmeye gelmişti.
Tuk tuk ile otele vardığımda saat 18:30 ve bu saat bizim yemeğe çıkış zamanıydı. Biraz geç kalmıştım !! Işık hızı ile yukarı çıkıp duş aldıktan sonra hemen aşağıya resepsiyona indim. Bu akşamda açık büfe akşam yemeği verilen güzel bir restaurantta gittik. Kendime tempuralardan bir ziyafet çektim. Yemekten sonra şehrin içindeki gece marketi ziyarete edip bir cafede oturup keyif yaptık. Ertesi sabah saat 5:15’de güneşin doğuşunu seyretmek için Angkor Wat’a gideceğimizden çok fazla zaman geçirmeden doğruca otele vardık.

Ertesi sabah saat 5:00 de uyanıp Angkor Wat’ta güneşin doğuşunu görebileceğimiz güzel bir yere gittik. Güneşin doğuşuna daha bir saat vardı. Saat 6:45 gibi güneş göründü. Angwar Wat, güneş ve Angkor Wat’ın göldeki silueti gerçekten çok güzeldi. Aynı anda 2 güneşin doğuyor gibi görünüyordu. Yukarıda Angkor, ortada Nilüfer çicekleri ve gölün içinde Angkor’un silüeti ve hem gölün içinde hem de üstünde 2 ayrı güneş gerçekten görüntü muhteşemdi. Güneşin doğuşunu seyrettikten sonra Angkor Wat’ın karşısındaki bir cafede kahvaltımızı yaptık. Sonrasında ise bir saatlik mesafede olan Banteay Srei’ye doğru yola çıktık. Yolda hepimiz uykuya teslim olmuştuk.
Banteay Srei vardığımızda Savut buranın hikayesini bizimle paylaştı. Buradaki meşhur Apsara heykelinin kazı çalışmaları sırasında Fransız arkeologist tarafından alınıp Paris’e götürüldüğünü ve şimdi Louvre müzesinde sergilendiğini söyledi. Savut bu duruma içerlemiş gibiydi sanki. Doğrulamak için Savut’a birkaç soru daha sordum. Evet Savut bu duruma gerçekten içerlemişti. Hükümetlerinin Fransa’dan talepte bulunduklarını ancak Fransa hükümeti, Apsaranın geri iadesi için Kamboçya’da ki rejimin stabil hale gelmesini şart koşmuştu. Savut, ülkedeki mevcut rejimin stabil hale gelmesini imkansız olarak gördüğünden Apsara heykelinin Kamboçya’ya hiçbir zaman gelemeyeceğini düşünüyordu. Ben de ona bu duruma istersen farklı bir açıdan bakabilirsin dedim. İnsanlar Paris’teki Louvre müzesinde her Apsara’yı gördüklerinde Kamboçya’yı hatırlayacak hem burası için neler yapabilecekleri konusunda kafa yormaya başlayacak belki de Apsara’nın geldiği yeri daha etraflıca tanımak için Kamboçya’ya gelmek isteyecekler ve böylece Kamboçya’nın daha da kalkınacağını söyledim. Sadece gülümsedi. Söylediklerime pek inanmadığını hissettim. Ama ne yapalım. Türkiye’de de benzer şeyler oluyor bize ait bir çok şey yurt dışındaki müzelerde ve bu kıymetli hazineleri görenler bu eserlerin geldiği yeri ve oranın halkını tanımak için bol bol bizi ziyarete geliyorlar. Ve o tarihlerde olanlar tekrar tekrar hatırlanıyor ve her zaman akıllarda kalmamız sağlanıyor. Bence tarihi eserlerin hepsi tüm evrene ait ve bizler sadece geçici olarak sahip oluyoruz.

Banteay Srei’ dan sonra Kamboçya’da bir köyün hayatını tecrübelemek adına yolumuzun üzerindeki bir köyün önünde durduk. Savut, bize Hindistan cevizinin dişi ve erkek olan meyvesini gösterdi. Erkek olanın meyvesinden şeker üretiyorlardı. Sonra o köy yakınında yetişen meyveleri gördük. Kajunun meyvesi çok değişikti ve enteresan bir hikayesi vardı. Evvel zaman içinde kambur saman içindeyken tüm meyveler aralarında konuşuyorlarmış. Kaju akşam eve gittiğinde karısının kendisini içeriye almadığını anlatmış. Karısının kendisini eve almama sebebi için ise; diğerlerinin akşam belli bir saatte akşam eve geldiklerini ama kendisinin hep dışarıda takıldığını ve bu yüzden onu artık eve almak istemediğini söylemiş. Gerçekten de kaju meyvesinin çekirdeği diğer meyveler gibi meyvenin içinde değil yarısı içeride, yarısı dışarıda yer alıyor.

Köyden sonraki ilk durağımız Angkor Thom’du. Angkor thom’un dört tarafı 4 ayrı havuz ile çevriliydi. Eskiden burası şifa merkezi olarak kullanılıyormuş. Her havuz bir elementi temsil ediyormuş. Giriş kapısına bakan havuz, su elementini temsil ediyor ve havuzun tapınak kapısında su elementini temsilen Fil heykeli bulunuyordu. Sola doğru ilerlediğinizde ise toprak elementini temsil eden havuz ve yine toprak elementini temsilen insan heykeli bulunmaktaydı. Toprak elementini temsil eden havuzun sol tarafında ise ateş elementini temsil eden havuz ve tapınak girişinde aslan başı heykeli, son havuz ise hava elementini temsil etmekte ve burada da hava elementini temsilen at başı yer alıyordu. Ana tapınak ve elementleri temsil eden havuzlar dışında bir de şifanın gerçekleştiği Chamber vardı ki maalesef ki burası şu an çöplük olarak kullanılıyordu.
Şifa merkezinden sonra öğlen yemeğimizi yedik ve hem dinlenmek hem de öğlen sıcağından kurtulmak için otele gittik. Otele gider gitmez banyo aldıktan sonra 2 ,5 saat güzel bir uyku çektim. Artık günün diğer yarısına hazırdım...

Saat 16:00’da ilk durağımız Bayon Temple’a doğru yola çıktık. Bayon Temple gerçekten çok etkiliyici bir yerdi. Bayon, Buddha’nın reenkarnasyonlarından biriymiş. Tapınağın tamamı ilk yapıldığında 54 adet Bayon heykeli varken şimdi bu sayı 35’e inmiş. Angkor krallığına ait efsaneler tapınağın duvarlarına 3 boyutlu olarak resmedilmişti. Kamboçya’da Angwar Wattan sonra beni en çok etkileyen yer burası oldu. Tapınak, Empati, Şefkat, Sakinlik ve Nazik olmayı temsil ediyormuş. Tapınağın içerisine girdiğimizde dört yöne bakan Bayon başının oturtulduğu taştan kuleler yer alıyordu.

Savut burada hileli de olsa Buddha ile burun buruna bir fotoğrafımı çekti.
Bayon temple’dan sonra Elephant Terrace ‘a doğru hareket ettik. Geçmişte krallar Elephant terrace oturup dans gösterilerini izlermiş. Teras bölümünün taş duvarlarına yine seramik kabartması andıran taştan oyma fil şekilleri yapmışlardı.

Elephant terrace’dan sonra Kamboçya’daki tapınak gezimiz sona ermişti. Savut, tüm Angkor Wat tapınakların 1000 adet olduğunu Söyledi. Hepsini gezip derseniz bir ömür Kamboçya’da geçirmeniz gerekiyor ki bu da imkansız.
O akşam akşam yemeğinden sonra şehir merkezine pubların olduğu bölüme gittik. Kendime Kamboçya anısı olarak heavenly dancer Apsara ile Buddha heykeli aldım.

Hep birlikte bir pubta oturup son gecemizi kutladıktan sonra otele gittik. Ertesi gün 8:00’da Thailand’a Koh chang adasına gitmek üzere yola çıkacaktık.
Kamboçya’da hem otelimizin sahibi hem rehberimizi hem minibüsün şöförü çok iyiydi, bize çok yardımcı oldular. Aynı şekilde Kamboçya’dan Thailand’a geçişimizde tereyağından iplik çeker gibi oldu. Çok şanslıydık çok güzel bir organizasyon olmuştu. Herkese tavsiye ederim. Sevgili Pınar seneye de benzer geziyi organize etmeyi planlıyor . ilgilenenler www.iyiinsanlariçin.com’u ziyaret edebilirler.
Sevgiler

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder